30 Eylül 2010 Perşembe

10 bin peşin gezegen senin!


Ben Ali Ağaoğlu burası Gliese 581g. Burda 3100 konutluk yaşam merkezi kuruyoruz içinde golf sahası bile olacak. Hep hayal ederdim dünyaya benzeyen bir gezegen yapabilir miyim diye. Yaptım oldu. Burada üç tarafı denizlerle çevrili kara parçaları olacak. Çünkü herkes üç tarafı denizlerle çevrilmeyi hakediyor. Burda dağlar var, ovalar var, deltalar var, kuzular var, herşey var. Burada yaşam var. Burada herkes Türk. Bu yeni projemizde 10 bin peşinat veren herkes gezegen sahibi olabilecek.

Gezegeni yörüngeye oturttuk bile. ah ha ha ha ha.

Ağaoğlu My World... 10 Bin peşin gezegen senin!

Olabilir mi? Olabilir. Sen dünyalısın büyük düşün!

Ellerimizi iki yana açıp inançla söylediğimizde herşeyi başarmış oluyoruz çünkü. Umutla doluyoruz, yarınlara bakarmış gibi bakıyoruz gökyüzüne gözlerimiz nemli ve mağrur.

Bu arada bu bulunan gezegen dünyaya çok benziyor diyorlar. Evden çıkmayı düşünüyordum bu ara iyi oldu.

27 Eylül 2010 Pazartesi

taksic-i ilahi


Şu koca dünyada ne olmak var?

Taksici.

Harward mezunu ol, sekiz dil bil, prezenteybıl bir insan olmak için ömrünü harca bir taksicinin özgüvenine kavuşamazsın, rahatlığına varamazsın. İstediğin kadar organik ye, organik tişört giyin, yoga yap. Muhtemelen bir taksici kadar uzun yaşayamayacaksın. Ev sahibine, patronuna iyi davran, el pençe kırıl, onlar yine de sana değil taksicilere iyi davranacak. Ve ne yaparsan yap hiçbir zaman bir taksici kadar özgür, özgüvenli, gururlu, mağrur, delikanlı, efendi, kıvrak, zeki, çevik, ağzı iyi laf yapan,harrrika biri olamayacaksın. Onların yanında hepimiz sönmüş birer yıldızız.

O taksici ki taksinin binen için değil kendisi için lüks bir binek aracı olduğunu rahatlıkla düşünüp niyetini gayet belli ederek "hanfendi nereye gidiyorsunuz" sorusunu herhangi bir şekilde incelmeyip, sesi titremeden sorar. Sen karşısında "tüh yaa zor sordu ne desem inşallah tuttururum" diyip bismillah çekip gideceğin yeri sesin hafif titreyerek söylersin. Taksicinin gezmeyi sevdiği güzergah içerisinde bir semt söylediysen, son derece keyifli bir yolculuk yaparsınız birlikte. Demet Şener, Serdar Ortaç dinleyerek festivallerle, şenliklerle gidersin gideceğin yere. Ama müziğin sesini kıstırmayı aklından bile geçirme. Dikiz aynasından aşağılanırsın. Ve o aşağılanmanın ruhunda açtığı yarayı sarmak için uzun bir süre gerekir.

Tut ki taksicinin gitmekten hiç hazzetmediği bir güzergah söyledin. Eğer o gün gökyüzünde dua kapıları açıksa ya da taksici henüz uykusundan uyanamamışsa sana içten olmayan bir "atla" hareketi yapar. İşte o an öyle sevindirici bir andır ki hayatta çok az yaşanır. Bir evlenme teklifi anı, bir bu an çok heyecanlıdır insanın hayatında, unutulmaz.

Ancak bir taksiciyi istemediği güzergahta trafiğe sokmak sorumluluk ister. Tüm trafik boyunca taksicinin gönlünü hoş tutmalı, İstanbul trafiğinin insanın ömrünü yediğinden kaç çocuğunuz var allah bağışlasına, bir kitap karşılığında Orhan Pamuk'un ülkeyi satışından -valla aynen bu cümleyi kurdu taksici bir kitap uğruna ülkeyi sattı dedi ama korkumdan yarı yolda indirir diye Nobel Ödülü diyemedim.- ülkede çalışana iş olduğuna kadar her türlü muhabbeti profesyonelce çevirmelisin. Gerektiğinde hafif kıkırdamalı, gerektiğinde memleketçilik yapmalısın. Flörtleşmelisin, yoldan geçen yayaya ya da hakkı olan yoldan giriş yapan hanzoya "cık cık cık gerzek yaaa bunlar AMK çok afedersin mal bunlar" diye jargon kesebilmelisin.

Tüm bunlara hazırlıklısın. Bir taksicinin tüm gereksinimlerini yerine getirebilecek düzeye taşıdın kendini ama taksici konuşmak istemedi o gün. Offluyor pufffluyor trafiğin AMK her saniye, stresini atmak için radyoyu sonuna kadar açtı. "Seni çöpe atacağım poşete yazık" başladı, yine ses açıldı. Olabilir, sesini çıkarmayacaksın. Basların arkada olması ve beynini bir fil gibi sikiyor olmasına o trafik grup sekse dönmüşken bile katlanıyor olabilmelisin. Daha önce de söylendiği gibi; müziğin sesini kıstırmayı aklından bile geçirme. Dikiz aynasından aşağılanırsın. Ve o aşağılanmanın ruhunda açtığı yarayı sarmak için uzun süre bir gerekebilir.

Her şeye tamamsın. Müziği sonuna kadar dinledin, Türkçe pop top 10 listesini 10'dan 1'e geri sayabilirsin. Trafik yoğunluğunda neredeyse tüm ömrün ilkokul arkadaşlarınla yaşadığın macerelara kadar zihninde canlandı. Gerektiğinde taksiciye tam doğru cevapları verdin. Doğru yerde gülümsedin, doğru yerde doğru küfür ettin, hak verdin. Taksici senden memnun görünüyor. Eve varabileceğinden eminsin.

Emin olma, havaya girme. Kısmet de hep. Hiçbir şey garanti değil. Taksi bu. Bir an taksidesin bir an yol kenarında indirilmişsin. O yolun sonunu bir tek yüce taksici bilir.

Canı sıkılır o an mesela, istemez seni, tiksinir senden. Eğer biraz sana saygısı varsa yanlışlıkla taksiyi devredeceği yalanını söyleyerek, eğer sikinin ucunda bile değilsen direk yüzünüze tükürür gibi "Hanfendi ben sizi burda bırakayım, trafiğe girmeyip kaçacağım" der. İşte o an kesin karar verilmiştir. Seni yatakta patronunla basan sevgilinin bile sana dönme ihtimali vardır ama bir kere seni indirmeyi kafasına koymuş taksicinin fikrini değiştirmesinin ihtimali sıfırdır. Karar verilmiş, hesap kesilmiştir. Zamansız ayrılık seni bulmuştur.

Taksic-i ilahi, elden ne gelir.

He ancak sağlık problemlerinden dolayı yırtma şansı biraz olabilir ama inandırıcı olmak önemlidir. Geçirdiğin operasyonları ayrıntısıyla seri halde sayabilmelisin. Doktorunun ismini verebilmelisin. En az gerdek gecesi bakire çıkmamış gelin kadar mahçup, "ah yaaa yoksa ben sizi sokar mıyım bu trafiğe?" demelisin. Gözlerin hafif buğulu, başın hafif sola yatık olmalı. Ancak yine de sen emin olma. Taksicinin göz muayenesinden geçtikten sonra yürüyemez raporu alırsan evinin önüne kadar gidebilirsin. Alamazsan. Kısmet... Bu arada sağlık problemi kafandan aşağıdaysa müzik yine açılır. Tek sağlam yerin kafansa sorun yoktur. Türkçe pop ya da Karadeniz FM dinlemene bir engel yoktur çünkü.

Hadi şanslısın. Evin önüne kadar gittin. Hareketlerin seri olmalı, parayı çabuk çıkarmalı adamın sinirini kaldırmamalısın. 15 milyonluk yola 50 milyon mu verdin? "Cıkkk offf, bozuk yok mu hanfendi?" sorusuna hazırlıklı olmalısın. Taksiye bineceğin zaman paranı birgün öncesinden 1 milyonluk, 500 TL'lik, 5 milyonluk ve 10 milyonluklar olarak bozdurmalı, hepsinin lazım olabileceğini göz önünde tutmalısın. Gideceğin yer 8,70 tuttu, 10 uzattın. Para üstünü beklememeli, pintilik yapmamalısın, çünkü taksiciler pintileri hiç sevmez.

Taksici mevki, zenginlik, statü, yaş, din, dil, ırk dinlemez. Sana bunları göz önüne alarak davranmaz. Tüm dünya, tüm sınıflar olarak taksicinin önünde boyun eğersin. Ve ne yaparsan yap ölçüsü sikinin keyfi olan birine karşı çözüm bulamayacağın için bu sorunu çözemezsin. Taksici şikayet merkezi vardır ama telefonu bir başka taksici açtığı için sizi dinliyormuş gibi yaptıktan sonra kapatıp arkanızdan "neymiş yolda indirmiş mişmiş naapsın lan adam o trafikte anca götünüzün keyfini biliyorsunuz koca götlü orospular" diye sülalenize kadar saydırır.

Herkes yahudiler olarak bilir ama taksiciler üstün ırktır. Dünyayı onlar yönetir. İnanmayan saat 6 gibi Taksim'den Beşiktaş yönüne taksi durdursun.

23 Eylül 2010 Perşembe

bir kedi yeter!


Pati masajı ile gevşeyin, rahatlayın. Bayanlara bayan, baylara bay masörlerimiz masaj yapmaktadır.

.

22 Eylül 2010 Çarşamba

bacım ideolojik değil tipten kaybediyorsun


Lisede kendimizi pek asi ve şakacı bulduğumuz zamanlarda her genç gibi en büyük eğlence hocalara cevap vermeye çekineceği sorular sorarak sözüm ona bi komikliğe koşmaktı. İdeolojik bir tarafı olmayan tarih, coğrafya, edebiyat her türlü öğretmenin nasibini aldığı bir eylemdi bu. Bir defasında ramazan ayının gelmesiyle birlikte din dersinde orucu bozan şeyler üzerine konuşulmaya başlandı. Sınıf hemen bir yavşadı tabii. Olayı çekecek çok nokta var çünkü. Hayatlarının o dönemini porno dergiye ve filme adayan ergen erkekler bu fotoğraflara iç geçirmenin oruç bozup bozmayacağını sorup çok eğleneceklerini umarak başlattı olayı. Sonra ardından "hocam öpüşmek oruç bozar mı?" diye soruldu hocaya. Hepimiz şimdi patlayacak ha bu badem diye düşünürken hoca büyyüüük bir sukunetle hiç "zındık zındık konuşmayın lan, neyyy öpüşüyor musunuz lan siz velini çağır" diye bağrınmadan anlattı olayı. "Eğer öpüşme sırasında bir sıvı alış verişi yapılmışsa ve nefis harekete geçmişse oruç bozulur" Cevap eğlence arayışında yarıda kalmış bizi çok tatmin etmemiş "ne kadar bir sıvı hocam?"a kadar uzayıp "evladım öpüşürken ne kadar sıvı salgılanabilir bi kova değil herhalde" mantıklı karşılığıyla konu son bulmuştu.

Otuz yıllık koca ömrümde kendimi demokratik, baskısız bir ortamda yaşıyormuş gibi hissettiğim tek andır o an. İçime o mantıklı ve yargılamayan cevaplarla su serpilmiş o gün okul kapısında mesai yapan sivil polis simitçiyi görene kadar da o hissi kaybetmemiştim. Üzerinden çok geçmiş olsa da şimdi o duyguyu hatırlamaya çalışıp sevinirim arada. Bir daha gelmedi çünkü.

Dün ki Tophane'de atılan meydan dayağı da bir süredir mahalle kültüründen izole yaşamam nedeniyle hissetmediğim baskısıyı şöyle bir üfledi. Ama geçer, yarına birşey kalmaz. Çünkü biz zaten nesil olarak çok iyi biliyoruz ki abuk subuk hipster tipinle mahalle kenarında bira içersen mahalleli seni döver. Bizi de Ortaköy'de arada bir mahalle çocukları sahile inip kovalıyordu. "Siktirin lan amk çocukları cami önünde içki mi içiliyor" diye ağız burun kırıyorlardı. Sonra benim beyin abisi ve arkadaşları sırf uzun saçlı oldukları için istanbul'un göbeğinde ağızlarına silah dayanmak suretiyle herkesin bakışları gözleri önünde hastanelik edildi.

Anladığım kadarıyla da dün akşam durum sanata sanatçıya yapılmış bir hareket değildir. Bunu orada sergi salonu sahibi birinden biliyorum. Onların sergi açılışında da mahalleli "dışarda içki içilmesin gençler" diye uyarıda bulunmuş ama gençlerin içeriye girmesiyle gerginlik yaşanmamış. Yani konu daha sanata, sanatçıya gelemeden, tipten kaybetmiştir oradakiler. Mahalle ortamında en küçük galeyan nedeni tipten kaybetmektir çünkü. Sonra onun üstüne, içkicilik, manitacılık, züppe sanatçılık, kadınlar için orospuluk erkekler için ibnelik ve son olarak dinsizlik eklenir. Bu sırayla dayağın ve kalabalığın genişliği belirlenir. Galeyanın dozu artar. Mesela tipten kaybediyorsun, içkicisin, manitayı nikahsız düdüyorsun, üzerine sanatçısın ve dinsizsin.. E sen yakılmayı hakettin.

Dün gece de oradakiler içki içmeyip sadece sokakta kalabalık oluştursalardı sadece tipten kaybedip tartaklanacaklardı. Ama yanına kısmi manitacılık ve içkicilik eklenince tartaklanıp, kafalar yarılıp, kaşlar açıldı, gözlere biber gazı sıkıldı.

Diğer bir kızgınlık ise ortada polisin olmaması. "Polis 45 dakika sonra geldi". E bu gibi etkinliklerin bir numaralı kuralı polisin herkesin dövüldükten sonra sakince gelmesidir zaten. Ne var ki bunda? Bu ülkede mahalle baskısı yoktur lafına mı inandı herkes. Böyle haberler gazetelerin yaşam bölümlerinde verilmeli hatta. Yaşamın içinden kareler çünkü.

Eskiden de dövülüyorduk ki. Sadece haber değeri taşımıyordu. Benim Türkiye'de gözlemlediğim tek değişiklik bu.

Neyse kısaca şimdi mahalleli diyor ki; biz burada sizi istemiyoruz. Evimizin önünde apart otel adı altında fuhuş yuvaları açıldı. Donlu sevişen turistten geçilmiyor. İçimizden bazı vanpirler - vampir değil ama istisnasız tüm yorumlarda vanpir yazıyor- eski evleri uçuk fiyatlara satıp bizi dejenere ediyor. Abuk subuk tipler geliyor sergi var diye içki içip ses yapıyor. Çoluğumu çocuğumu onların önünde geçiremiyorum. Eskiden burası çok nezih bir mahalleydi saygı vardı. Gayrimüslimler saygıdan ramazanda dükkanlarına perde çekerdi.

Yani amcam diyor ki; sizde azınlıksanız azınlıklığınızı bileceksiniz. Müslüman mahallesinde salyangoz satmayacaksınız. Satarsanız sonuçlarına katlanacaksınız. Sınır belli. Kuledibinden aşağı geçmeyeceksiniz - ki mahalleli oranında açık bir meyhane ortamına çevirilmesinden şikayetçi, her an dövebilir.-

Mahallelinin baskın basanındır yorumları için tophanehaber.com'u baştan aşağıya okuyabilirsiniz.

Mahalle kültürünü hiç tatmamış olanlar bu site sayesinde mahalle kültürü ve düşünce yapısı hakkında, çeşitli semtlerin mahallelileri ise galeyanda birlik olmanın yöntemleri konusunda fikir sahibi olabilir.

20 Eylül 2010 Pazartesi

zenginlikten ibne olanlar


Zenginlerin ahlaksızlık düzeyinin ibnelikle ifade edilmesi durumu en kötü Kanal 7 senaryolarından en prodüksiyonlu(!) dizilere kadar değişmeyen bir olaymış. Geçtiğimiz hafta yayınlanan ve büyük bir kitlenin de dikkatini ve nefretini kazanan Kılıç Günü sahnesi bize bunu bir kez daha gösterdi. Yatakta iki erkeği yanyana görünce bütün gece hokka oynayan amcaların siniri kalktı, midesi bulandı. Ama aslında orada verilmek istenen mesaj kötü değildi ki. Yönetmen senarist bize ibnelerin ne kadar pislik olduğunu göstermek istiyordu zaten.

Ben en son böyle bir mesajı Kanal 7'deki Korkusuzlar Televizyon filminden almıştım. Orada da Bizans valisi ibne mesela. Böyle uzun kıvırcık saçlı. Kırıla kırıla oynuyor rolünü. Film nerede bir harabe bulunursa orada çekilmiş. Set yok yani. Dekorda da tabi masraftan kaçınılmamış. Parçası 5 milyoncudan rengarenk kumaşlar alınıp harabelerin duvarlarına sıkıştırılarak iç mekanlar oluşturulmuş. E iki de kadeh haç koydun mu oldu sana Bizans sarayı. Kostümler bir harika. Bizans askerlerinin kafalarındaki miğferler el emeği göz nuru. İşçi baretleri kahverengiye boyanıp tepelerine naylon süpürge başları ters tutturulmak suretiyle punk yeşil bizans askeri miğferi oluşturulmuş. Kıyafetler don üstü iki zincir dolamasıyla zırhlı efekti veriyor. Kumandanın kumandan olduğunu daha havalı kostümünden anlıyoruz. Çünkü üzerinde Mahmutpaşa kartal arması var. Bizans'ın çift başlı kartalı efekti veriyor mu, veriyor. Sorun yok. Bu kumandanın altında esnaftan seçilmiş üç kumandan daha var. Birinin gerçek hayatta kasap olduğuna iddiaya girerim. Harabelerde dolaşıp ibne valiye entrika planları yapıyorlar, ayaklarda ceyo sandaletleriyle. Tabi bir de orospu bizans prensesi var, Mahmutpaşa kartal kostümlü kumandana verip ibne valiye oyun oynayan. Onunda küpeler falan mücevher etkisi yaratılması için bol kullanılıyor. Hani semt pazarlarında boncuk yapan teyzeler vadır ya, Zara kolyeleri satar böyle bocuk boncuk sarkıntılı. Onlarla bir hava yaratılmış. Saçlar maşalanmış. Bunların karşısında da yağız Türk delikanlısı var, takma bıyığı yan duruyor -şaka değil-. Zaten kapısı olmayan bizans harabelerine kapısı varmış gibi davranıp gizlice sızan bir cengaver. Yanında da iki pis yaşlı şarapçı bu cengaverin komik didişen can yoldaşını oynuyor. Ben böyle anlattım ama anlatılmaz yaşanır aslında.

İşte geleceğim yer şudur ki hiçbir masraftan kaçınılmayarak çekilen bu televizyon filminin hiçbir masraftan kaçınılmayarak "o gün ilk taşı masum olanınız atsın" gibi cümlelerle beynimizden vurmaya oynayarak çekilen televizyon dizisinden hiçbir farkı yoktur. Amaç herkesin tuttuğu kendine kimseyi ilgilendirmez değil, pislik zenginlerin nasılda ibne bohem yaşadığını tüm Türkiye'ye göstermektir.

He Kanal 7'den fazlasını beklemediğimiz gibi Osman Sınav'dan da fazlasını bekliyor muyduk? Beklemiyorduk.

Bizans firavunu olsun, pislik zengin çocuğu olsun, Darwin olsun hepsi dinsiz ibneler.

Anlattığımı yaşamak isteyenler tıhlasın.

18 Eylül 2010 Cumartesi

new york'tan kasap manzaraları


Hani Bihter orospuluğuyla hepimizi ekranlara kitlerken bel kayması nedeniyle topuklularından vazgeçip bir zaman gerçek sokak fahişelerine atfedilen upuzun çizmeleri giyince moda olmuştu. 1.30'luk maki kızlardan, etine dolgun nutella güzellerine herkes kapış kapış almıştı bende nasıl durur demeden. Hatta tarihe Bihter çizmesi olarak kazındı ve en klas mağazalardan semt pazarlarına Bither çizmesi geldi duyurusuyla heyecan yaratıp satıldı. Tabi bunun Behlül yüzüğü versiynu oldu. Birçok genç erkek nişan yüzüğü olarak o kafa kadar yüzüklerden aldı. Sanki soylu bir aileden gelen kontlar gibi dolaştı bu nişanlılar. Geçmişten diğer hatırladıklarımız Sıla tokası, Dicle sürmesi...

Ben bir tek Türkiye'de böyle olaylarla karşılaşılıyor diye düşünüyordum ama Lady Gaga'nın ikrahımıza neden olan elbisesini parlak bir pazarlama stratejisine dönüştüren New Yorklu bir kasap yukarıdaki yazıyı asmış dükkanına. Ancak kanımca "Lady Gaga biftek geldi" yazısını ancak bir Türk düşünebilir. Araştırılsın bak Türk çıkacak bu kasap.

Ya da Kurtlar Vadisi fragmanı gibi dünya mı türkleşiyor lan yoksa? Annecim!

16 Eylül 2010 Perşembe

transformers salarım üstüne

Transformers from repey815 on Vimeo.


Bu dünyada Atatürk'ten sonra en sevdiğim ulu önder Optimus Prime'dır. Yarın transformerslar dünyayı ele geçirse ve "sizi bundan sonra şeriatla yöneteceğiz" dese mesela hiç sesimi çıkarmam. Referandum yapsalar evet derim. Alanlar da konuşsalar "ne dersinizzz insalığı yok edelim miiiii? diye sorsalar yine "eveeeeeet" derim. En iyisini onlar bilir derim, politikalarını hiç sorgulamam. Öyle valla kimse kusura bakmasın. Ayrıca kimse "aaa insanlığa karşı nasıl robotu seviyorsun, ya duygu?" gibi geyiklere başvurmasın. Kapalıyız.

E dolayısıyla yukarıdaki gibi her türlü transformers olaylarını da aklım çıkarak izliyorum, derinden hissediyorum. Ve toplum tarafından ayıplanmayı göze alarak telefonumun açma kapama tuş hareketlerinde transformers dönüşüm seslerini kullanıyorum. Ancak bu tema seslerine bir de mavi saç eklenince durum biraz garipleşti son zamanlarda. Şöyle ki;

Geçen gün ananemi hastaneye götürdüm, Çapa devlet hastanesine. Sırada beklerken gelen geçen bana şöylesine bir bakıp kafasını çevirip sonra ani bir hareketle "ana bu ne lan" bakışı atıp, sonra benim de ona dik dik bakmam üzerine hafif tebessümle geçti yanımdan. Sırada bekleyen insanları mavi saçlarımla etkim altına almışken ve herkes kaçamak bakışlarla saçıma bakmaya çalışırken- hani olur ya öle sen bakmazken bakar da sonra sen gözünü yakalayınca hemen yanındaki başka bişeye bakar karşındaki- bir de üstüne anneme telefon açmak için telefonumu çıkarıp tuş kilidini açmamla transformers'ın o dönüşüm sesi çınladı mı koridorda. Halk bi "nerden geldi lan bu buraya, büyücü müdür, medyum mudur, rüya yorumcusu mudur, ne garip tiptir" diye guruldamaya başladı. Saçı mavi, telefonundan robot sesi çıkıyor. Hafif bir mahalle baskısı hissettim tabi, sıcaklık bir arttı vücudumda. Ama son noktayı telefonumu açmayan annemin beni geri aramasıyla koyuldu. Mavi saç, robotik konuşmalı tuş sesinin yanına telefonun çalmasıyla klasik ufo gerilim müziği de eklenince ortam daha da bir şenlendi. Gariplikte bir el daha arttırdım mı. Saç mavi, telefonu robot gibi ses çıkarıyor ve uzaylı gibi çalıyor.

Bir ara üzerime biçilen karaktere uygun davranıp koridordaki herkese "Işığı görüyorum, hepinizin bu ışıkla şifa bulacağınıza inanıyorum. Size enerjilerimi gönderiyorum" diyip ellerim yukarda ortamdan uzaklaşayımm dedim ama taşlanmaktan korktuğum için vazcaydım.

Doktor kız çok normal davrandı bana ama. Hiç mavi saçlı, tuşları robot gibi öten, telefonu uzaylı müziği çalan bi insanmışım gibi yaklaşmadı. Oradaki herhangi bir teyzeymişim gibi dinledi, hastayı getir götür dedi. Robotlardan sonra en çok güvendiğim insanlar doktorlar olduğu için çok rahatladım. Bir garipliğimin olmadığını düşündüm.

13 Eylül 2010 Pazartesi

lady gaga'ya ikrah yazı dizisi-III


Bu kurban elifkey ve jeuparti lady gaga'ya giriyoruz Allah'ın izniyle. Seyrantepe kesimhanede islami şartlara uygun bir şekilde kesim işlemini gerçekleştirip Hande Yenerdi, Aylin Aslımdı, Demet Akalındı nerde bi ihtiyacı olan kimse varsa onlara dağıtmayı düşünüyoruz sevabına.

Yaa sabah gördüm ben bu resimleri kahvaltı ediyordum üzerinize afiyet midem kaldırmadı kapattım. Lady Gaga'nın çirkinliğinin üzerine bir de et ne yaa? Nasıl anlatsam şokella kaplı Kaddafi gibi birşey. Hayır anası babası yok mu bu kızın? Kimse demiyor mu evladım ne yapıyorsun sen diye? Tamam bazı mesajları vermek gerekir, popüler kültürü sikertiyorsun, dibine vuruyorsun anladık.

Keseriz bak seni gerçekten kurbanda. Alehandro bile kurtaramaz.

Pis pis kıyafetler, pislik...

şimdiden demokrasiyi hissediyorum



Nooldu? Yatıp kalkıp beklenilen, üzerine döndürülecek geyik kalmayan referandum sonucu evet çıktı. Aslında bayağı da uğraşmıştı herkes bu defa, birbirini arayıp "bakın bu referandumda oy vereceksiniz haa" diye birbirine dikte etmişti. Hatta geçen seçimde AKP'ye oy veren ve aslında AKP döneminde ülkenin bayaa bir kalkındığını düşünenler bile "ulaaan bu adamlar bişeler yapmaya çalışıyor bu işin içinde bir bit yeniği var" diyip "hayır basacağız haa" diye sorup soruşturmaya başlamıştı. Ama olmadı Sezen Aksu evet diyince biz de evet demiş sayıldık. Türkiye olarak evet dedik.

Bu referandumda "inanıyor musunuz? eveeeeeet" olayına gülmemiz yeni durmuşken bir de hayır oyu için şehir şehir dolaşan Kemal Kılıçdaroğlu'nun gizli boykotçu çıkması bayağı bir şok etkisi yarattı tabi. Gerçi düşününce kısa akım bir şok oldu bu, çünkü olayın içinde son derece amerikan tarzı bir imaj karalamaca işi olduğunu anlamak için komunist olmaya gerek yok. Henüz politik duruşunu pek sınayamamış olsak da Kemal Kılıçdaroğlu'nun o pek temiz suratıyla pek temiz ve mantıklı açıklaması da yetti zaten. Gazetecilerin sorularına "bilemeiyorum kim yapmış araştırın bulun" demesi de pek manidar ve pek güzel bir cevaptı aslında. Kıyamam yaa. Olur öyle bazen, ezilenin yanındayız Kemal amca, üzülme sen.

Amerika demişken de dün ki basketbol maçı ülkenin %42'sinin ikinci kere göt olmasına neden olmuştur ki bunun sonuçlarını bu ülke şimdi değil önümüzdeki 5 yıl içerisinde görecek. Bir gün de iki kere üst üste göt olan bu insanlar yavaş yavaş mutsuz ve deli olacaklar. İçlerine kapanacak, uzun uzun gözleri dalarak manzaraya bakacaklar. İçleri bir sıkılacak bir coşacak. Kimileri İzmir'e yerleşerek sorundan bir süre kaçabileceğini düşünecek, kimileri başka ülke vatandaşlık koşullarını araştırarak geçirecek zamanlarını. Kimileri ise başörtülülerle tokalaşmayı kesip, solcu abdestlerinin bozulmamasını sağlamaya çalışacak. Gitti o kafalar dün gece kolay kolay yerine gelmez artık.

Gerçi diğer yandan olayın ardından bir ortak milli duyguya taşınma durumu fena olmadı. Yoksa evetçilerin göbeklerini kaşıyarak "yaww nasıl koyduk çocuu" yorumları daha ağır gelebilirdi hayırcılara. Bir umutla başlayan basketbol müsabakasıyla göt olma duygusu bir nebze paylaşıldı. Öyle ki başbakanın bile sevinci kursağında kaldı, bir zafer turu atamadı. Abdullah Gül maçın sonunda uyudu. -Uyumamıştır diye düşünüyordum ama kesin uyudu tweetlemedi çünkü baktım.- İşte herkesin içi geçmişken maç bitti de ödül töreninde bir silkelenip tokalaştılar. Yalnız Erdoğan ve Gül'ün tribünler tarafından yuhalanmasını bir biz mi duyduk ondan emin olamadım. Çünkü yayın yapan hiçbir kanal bundan ısrarla bahsetmedi. Biz de bize referandum tribi geldi herhalde hayal duyuyoruz diye düşündük. Ama bariz bir yuuu sesi vardı. Yok muydu lan yoksa?

Maça damgasını vuran bir diğer olay ise maç arasında dans ederken bayrak açan kızların amerikan bayrağını ters açmasıydı. "Aayhh ters olda buaa" derken düzeltemeden gülümsemeye devam edişleri 12 Eylül'den hatırlanan kareler arasında yerini alacak.

Dün dündür bugün bugüne gelirsek ise herkeste bir sukunet, yabancı basın dışında kimse yorum yapmıyor. Ya da dün gece geç saate kadar yorum yapanlar bugün hala uyanamadı. Gerçi birçok sivil toplum örgütü ulan madem demokrasi geldi darbecileri hemen yargılayalım diye karga bokunu yemeden Kenan Evren hakkında suç duyurusunda bulunmuş. Ancak Türkiye'deki hukuki sürecin işleyişini ve günümüzde insanoğlunun yaşam süresini göz önüne alırsak 93 yaşındaki Evren en iyi ihtimalle üçüncü duruşmaya çağırıldığı sırada "hehehe asmasaydım da beslese miydim? koydum çocuğu. kenan kaçar" diyip gözlerini hayata kapayacak. Gerçi geçen yıl sanırım "beni yargılarlarsa kendimi intihar ederim" demişti ama hayatta etmez. E diğer 2 paşanın biri 86 biri 85 yaşında, onları yargılamak da kesmez kimseyi. Bu durumda darbecileri yargılama sevinci kursakta kaldı.

Hmmm geriye ne kaldı bakalım? E hemen gidip birden iki tane sendikaya birden üye olayım. Bir işbirlikçi sendikanın nesi var iki işbirlikçi sendikanın sesi var.

Kadına karşı bir ayrımcılık yapılıyor olması "pozitif"te olsa kabul edildi en çok buna sevindim. Akbil sırasında öne geçeyim, pozitif ayrımcılıktan yararlanayım.

Geri kalanı da beni ilgilendirmiyor zaten hakimler yargıçlar düşünsün.

Yeaa nasıl demokratik bir ülkede yaşıyorum artık inanamıyorum. Bu gidişle gerçekten Kurtlar Vadisi pusu fragmanındaki gibi 2023'e kalmaz tüm dünya Türk olur. E dolayısıyla bütün dünya şampiyonlarını Türkler kazanır. Bu sorunda ortadan kalkmış olur.

Aaa ne güzel oldu yeaaa. Birden geleceğe ümitle bakmaya başladım. God bless Turkey

9 Eylül 2010 Perşembe

bir kedi yeter!


Kafaları ve hayatı güzelleştirmek için bir kedi yeter kampanyasının yeni yüzü. Bana her yer şaşırtıcı her yer zemin.

şeker bayramınız kutlu olsun


Bayramda küsler barışır, aileler birleşir. Şeker adam bile 5 kere çağırdığınızda el öpmeye gelir, pislik çıkarmaz. Bayramın tadı, anlamı budur. Herkesin bayramı kutlu olsun.

7 Eylül 2010 Salı

bono'ya sarıldım da ağladım


Dün gece hiç tanımadığım bir erkeğe sırf rock starı diye usulca sarılıp yiğidim aslanım söyledim.

Köprüden geçip doğuyla batıyı birleştirdiğini sanmak, "sen istanbul'da yaşıyorsun ben konstantinapolis'e gidiyorum" demek, başbakana ipod hediye etmek, şakalaşmak, Egemen Bağış'a sahneden teşekkür etmek, sahneye Zülfü Livaneli çıkarıp yiğidim aslanım söyletmek. Hakkaten geyiğin önde gidenisin Bono.

Bir de v.i.p'si 500 milyona satılan biletler Avrupa'nın en ucuz biletleriymiş. Avrupa Kültür Başkenti hesabı 1 milyon dolar vererek bilet ücretlerini aşağı çekmiş. E böylece Avrupa'nın en ucuz U2 en pahalı Zülfü Livaneli konseri gerçekleşmiş oldu.

Türkiye'de yıllardır beklenen bir müzik olayı gerçekleşiyor hala bok atıyorsunuz lafını yememek için daha fazla uzatmıyorum. Çok haksız bir yorum olmaz bir taraftan. Ama yine de Southpark izleyenler bilirler, dünyanın en büyük bokusun bono. Boksun bok!

6 Eylül 2010 Pazartesi

az önce u2 bono geldi


U2'dan Erdo�an'a Hediye
Yükleyen Skyturk. - Yepyeni haber videoları
Az önce U2 Bono geldi, boynun neden eğri dedi, dedim nerem doğru ki, bastı kahkahayı
Az önce U2 Bono geldi, neden anayasayı değiştiriyosunuz dedi, dedim hepsini değil, işimize gelmeyen yerleri değiştiriyoruz, bastı kahkahayı
Az önce U2 Bono geldi, geminiz varmış nasıl yakıyor dedi, dedim gemicik diyelim fazla yakmıyor, bastı kahkahayı
Az önce U2 Bono geldi, istanbul'u çok beğendik yine gelicez dedi, dedim rock konserine izin verirsek gelirsiniz, bastı kahkahayı
Az önce U2 Bono geldi, bazılarının evlenmeye niyeti yokmuş dedi, dedim olur mu en az 3 çocuk istiyoruz, bastı kahkahayı
Az önce U2 Bono geldi, köprüde bir tur atmak istiyorum dedi, dedim vatandaş çok zor durumda kalır ama oyun evet olursa neden olmasın, bastı kahkahayı
Az önce U2 Bono geldi, miting için yolları kapatıyormuşsunuz, vatandaş yolda kalıyomuş dedi, dedim alışık onlar, bastı kahkahayı
Az önce U2 Bono geldi, tak tak tak kim o dedi, dedim portakal, bastı kahkahayı

Ayyy o gün bir güldük, nasıl komik, şakalar espriler havalarda uçuşuyor. Gül gül gül öldük mafolduk gülmekten.

3 Eylül 2010 Cuma

herkes birgün 30 olacak gızım


İstanbul'un plakası ne? 34. Türkiye'nin gelecekte birbirinden zeki bireylerle tüm dünyayı fethetmesi için kaç çocuk doğurmalıyız? 3. Kaç yaşam şansımız var? 1. 3 ile 1'in toplamı 4. Çıkarın onu İstanbul'un plakası 34'ten. Ne kaldı? 30.. Arzu'nun dünyaya gelişinin kaçıncı yılı? 30. Bu tesadüf olamaz.

Kerameti var mı bu sene görücez ama ben çok bedbaht bir şekilde giriyorum 30'a. Yaşlılığa giriş ana sınıfı gibi bişe benim gözümde 30 çünkü. Artık çok güzel görünsem bile genç bebeler benim için "hmm kadında yaş geçmiş ama iş bitmemiş" diyecek. Abuk subuk giyinsem şimdi olmasa bile bundan birkaç sene sonra "bu kadına da orta yaş krizi geldi" denilecek. "Ohaaa 30 yaşında mısın?" diye soracak teni taze kızlar. "Aaa en fazla 27 falan gösteriyosun yaneeee" lafları hiçbişe ifade etmeyecek. Birkaç seneye çocuk doğurulmazsa tren kaçmış olacak. Zaten içine sıçtıımın 30 senesinden bi bok anlamadım bir 30 yılda böyle geçecek götüm sarkacak. Offf off. Neyse Allah sıhhatli sağlıklı bir ömür versin tabi. -Göt korkusu cümlesi bu.-

Düne kadar bugünü yok saymıştım bir de. Dün delilik geldi üstüme, 30 yaş deliliği. Naapsam diye düşündüm. Burnumu mu deldireyim, paraşütle mi atlayayım, dövme mi yaptırayım derken derken hep saçımı maviye boyamak istemişimdir "aa" dedim saçımı boyayayım. E mahalle kuaföründe mavi boya olmaz, dedim ki gideyim de şu Erdem Kramer'in yeni yetmelerinden Makas'a boyatayım. Gittik Denizcanımla başının etini yedim bütün gün çünkü. Neyse girdik içeri bri süre bekledik. Derken bir arkadaşımız geldi -sözüm meclisten dışarı- kemik gözlük sizden yaratıcı olmasın. Dedim "ben yarın 30'uma basıyorum buhranımı tahmin etmişsinizdir. Saçımı doğadaki her renge boyadım, bir mavi kaldı. Rica etsem önüne, sadece kahküllere bi mavi atabilir misiniz?" Böyle bir baktı. Ama dedi kesim lazım. "Kreatif renkler kullanırken kreatif kesimler yapmak gerekir, o nedenle saçınızı kesmeliyiz." dedi. Dedim "sağol janim almiim ben. Yüzyıldır kısa saçlıyım bu kadar uzayana kadar bütün yaz Aliye Rona gibi gezdim o sıcakta" Olmadı ama içi kabul etmedi çocuğun. Aşağıya indi başka bir cerrah kuaförle fikir telakkisinde bulundular. Alla alla dedim indim aşağı. "Eee dedim napacağız?" Bu defa da oradaki koltuğa oturdum. İkisi saçıma bakmaya başladı. Diğer çocuk kesimden sorumlu cerrah kuaförmüş. Dedim "aynen ben kesim istemiyorum. Sadece önüme mavi birkaç tutam istiyorum. kahküllere" Çocuk aynen şöle dedi "Ama kreatif renk uygulamalarında saç kesimininde kreatif olması gerekiyor." Haa dedim o an, bunlar belli bir hipnotizma altında. "Eee" dedim "noolcak" Bakıyor öyle kemik gözlük. Dedim "şöyle yapalım, sen boya ben sölemicem burda yaptırdığımı. Kötü olursa da şanına leke gelmez" Kesimden sorumlu cerrah kuaför biraz tebessüm etse de boyadan sorumlu cerrahın yüzündeki tek bir kas bile oynamadı. Seviyeme inmedi. Bende sağ koldan bir uyuşma başladı tabi. Dedim "kremer-i keriminiz mi var sizin? Kati bozulamaz kurallar mıdır bunlar? İstemiyorum kardeşim, iki tutam maviniz yok laaaan ölüyorum mavi diye" Baktım yok. Benim felce yaklaştığımı gören Denizcanım "tamam Arzu sakin ol" demeye başladı. Döndüm kemik gözlüğe "benim prensiplerim var ben bu kafayı maviye boyamam" mı diyorsun şimdi?" dedim. Böle gözlerini belertmez mi. Aldım çantamı dedim "size bol prensipli güneşli günler"

Bir 30 yaşına basacak kadının bedduası alınır mı? Hiç mi korkmuyor musunuz eyy makaaass? Akşam camlarını indireyim sabah kemik gözlük şok olsun psikoloğuna koşsun diye düşündüm ama sonra çakma kemik gözlüktür o psikoloğu da yoktur kız kardeşini döver, kız arkadaşını bayar diye vazgeçtim.

Dedim "kısmet değilmiş napalım" Öyle kemik gözlüğün sülalesinden bahsederken birer saçma yemek yedik Denizcanımla kuyruğumu bacaklarımın altına aldım eve geldim. Bey dedi "nooldu hani saç?" Dedim "sorma yeni bir kuaför dini çıkmış. Kaidelerini yerine getiremedim. Almadılar beni"

Gözünü seveyim mahalle kuaförlerinin yaaa. Yok diye bişe var mıdır onlarda halbuki? İmkansız var mıdır? Simsiyah boyalı saçımı platin sarıya çevirmek istiyorum de sen mesela, deterjanından çamaşır suyuna bulur buluşturur, katar karıştırır o saçı yarısı elinde kalsa da açar o mahalle kuaförü. Uçlarından alın dersin yarısını keser ama alamam demez. Prensiplerim var ben bombeli kahkül fönlüyorum demez.

Neyse öylece bu sabah kalktım. Yaşıma uygun bir elbise giyindim. Makyaj yaptım yaşlı ama bakımsız görünmemek için. İşe geldim. Öğle yemeği oldu. Sürprizlere açığım ama. Denizcanım dedi ki "hadi çabuk ye lan" "Tamam" dedim anladım birşey olacak. Derken derken Figen "hadi kapıya çık" dedi "çanatnı alıp" "aaa" dedim heycanlandım. "Sweet 30 styla araba mı aldınız lan bana?" dedim. "Yok onu seneye inşallah" dedik. Neyse bir baktım taksi. Bindik gidiyoruz. Nereye? Tünele. Yolda Figen'i sıkıştırdım "nooluyo lan sölesene heycan yaptım" falan dedim. Yok sölemedi. İndik tünelde. "Starbucks nerde burda?" dedi. "İlerde" dedim ama içimden diyorum ki bir yıl bedava kahve kuponu mu aldılar yoksa lan diye. Hiç kahve içmem ki ben. Neyse gittik bir apartmana girdik. Aaaa sen beni Erdem Kramer'in kendisine getirmesinler mi? Bir sevin, bir sevin 30 yaşında kadına yakışmayan hareketler. Neyse burda da cerrahlar kuaförler vardı, arkalarında internleriyle iş yapıyorlar ama kırmadılar beni. Sadece saçımın önüne mavi attılar. Uçlarından kestiler, accık düzelttiler. Kuruturken dedim sadece ölesine kurutalım başka bişe yapmayalım. Israr etmediler. Allah razı olsun.

Şimdi saçımın önü mavi. Ben hala 30'uma giriyorum ama en azından geçen yıldan beri kafamda olan bir isteğimin gerçekleşmiş olması mutluluğunu yaşıyorum. Düşünülmüş, çok ince bir hediyeydi -ki hediyenin böylesi en güzelidir- ne kadar teşekkür etsem 30'dan az olur.

Bitirirken -artık çok uzadı çünkü- 30 yaş hakkında ya da hayatla ilgili birşeyler sölemek isterdim ama bu kadar büyümüş olduğumun farkında olmadığımdan üzerine de düşünmemiştim açıkçası. Bu nedenle hiç birşey diyemeyeceğim. Gittikçe daha akıllı biri olacağımı sanıyordum sadece, ama gittikçe daha aksi ve tahammülsüz oluyorum. Bu yaşıma kadar yanımda olan herkesin bir bu kadar daha yaşadıktan sonra da yanımda olmasını diliyorum bu nedenle. Onlar için bir hayli zorlu olacak çünkü.

Dileğime gelince geçen yıl doğumgünümde sağlık dilemiştim, yılı 4 kolonoskopi, 2 ameliyatla kapattım. O nedenle bir bok da dilemiyorum. Gökten kemik yağsın. Dileğim budur.

Şimdi yaşamaya devam, nasıl olsa herkesin tuttuğu kendine ve göte giren şemsiye açılıyor.

1 Eylül 2010 Çarşamba

tarkan'ın son albümü çok iyi yeaa


Tüm Tarkan fanlarının son bir aydır en çok söylediği cümle şu: "Tarkan'ın son albümü çok iyi yeaa" O yüzden şimdi tik oldu bende, yolda, trafikte, dönercide Tarkan duydum mu beyle birbirimize "Tarkan'ın son albümü çok iyi yeaaa" çekiyoruz. Neyse böyle diye diye bir merak uyandırdı nefret ilgiye dönüşmeye başladı. Serde çeliktepelilik olduğundan canım da çekiyor zaten. Dinledim tek dinlenebilecek "İşim Olmaz" isimli delikanlı şarkıyı da Yıldız Tilbe ablam yapmış zaten. Yıldız ablama olan saygımdan iyice bir dinledim, sözlerine dikkat edeyim dedim. Tarkan şarkılarında sözler dinlenilmez çünkü, kendini onun o kadifemsi sesinin altındaki yarım tırrık tırrık akustik gitar ritmine bırakır, götünle aşağıya doğru çizdiğin hilal doğrultusunda bir o yana bir bu yana sallanırsın . Üstüne "yarım ekmek tavuk döner yaptırdım ince belli yar, yanına ayran içtim" de dese farketmezsin.

Neyse diyor ki şarkının nakaratında "olsun ben güzelim olsun aşkın sağı solu belli olmaz ben aklımı senle bozdum kimseyle işim olmaz." Dinledikçe dinledikçe içimdeki çeliktepeli kızın çok hoşuna gitti. Dedim şimdi varoluşunu sorgulayan iki sevgili olsa, mesela kız çok entellektüel, ölüyor böle borges sıçıyor. Oğlanda felsefe mezunu. Sen beni, hayallerimi, kendimi gerçekleştirmemi engelledin varlığın benim kilit noktam diyip uzaklaştılar. Tartışmışlar oğlanla... Sonra çocuk "olsun be güzelim olsun aşkın sağı solu belli olmaz ben aklımı senle bozdum kimseyle işim olmaz" diye mesaj attı kıza mesela. Çok hoş olur. Bitmez o ilişki.

Gerçi sonra tee lisede şimdi caaanım diye hatırladığım el ele tutuşmaca sevgilim vardı bi tane mahalle çocuğu o aklıma geldi. yüksek ihtimalle hormonal bir dengesizlik sonucu bir hafta falan çıkmıştık. Yoksa mahalle çocuğu yanında 3 numara kafalı bir kız ne alaka. Kavimlerimiz farklı. Güzel çocuktu böle maviiii gözlü ama uzaylı mavisi, masmavi. Ona kanmış olabilirim bak. Neyse beni okuldan almaya geliyor. İlk defa okuldan alınıyorum erkek arkadaş tarafından. Sonra harçlığı annesinden alıyor ama gezmeye heryere taksiyle gidiyoruz. Metalcilerle simit çaya alışmışız tabii bir garip gelmişti. Böle korur kollar bir tavır falan. Sonra bir akşam park gibi bir yerde oturuyoruz bankta ama bankın sırt yerine oturuyoruz asi styla. Dedi ki "yaa ben bi şarkı var çok seviyorum senin için sölim mi?" Olayın ilginçliğinin nereye varacağını çok merak eden ben beynim alınmış gibi "söleee" dedim. Ellerini böle hızlı hızlı hareket ettirerek "bende özledim bende resmin var şu an elimde, sanaaa koşmak isterim derman yok dizlerimde" diye söylemeye başladı. İşte o an allah tarafından bana silkelenme geldi. Gerçi ters yerde geldi gülsen gülemezsin, romantik serseriyle karşı karşıyasın. "Çok güzel" dedim "kalkalım mı artık?"

Sonra işte klasik ayrılık nedenlerinden o piti piti yapılarak "ben sana layık değilim" sahtekar pezevenk sözleriyle ayrılındı.

Meğer mahalle styla'da sevgiliye şarkı söylemek diye bir romantizm seramonisi varmış. Denk gelen başkaları da var.