27 Ekim 2010 Çarşamba

kanye west'ten "guş gızın dramı"



Bizdeki Mahsun Kırmızıgül'ün ABD şubesi Kanye West'in başyapıtı Runaway'i tam hayatımdan 34 dakika vererek izledim. Dün ki İnception'da eklenince bayağı boşa gitmiş üç saat neredeyse. Bu nedenle izlemeye üşenen varsa ben konuyu burdan hayır olsun diye yazıyorum.

Videonun başında Kanye West ormanla içiçe pek bohem evine son model arabasıylan giderkene yolda kuş kadın gibi bi mahlukat kafasına düşüyor. "Noluyor lan AMK uzaylısı mı düştü daş var mı daş" diye arabadan inen Kanye bi görüyo ki uzaylının göt güzel bi süre izliyor. Sonra diyo ki ben bunu alim eve götüriim belki sikerim. Neyse sabah oluyor kuş kadın silkinerekten kalıyor kanepede. Kanye delikanlı, rızasını almadan dokunmamış kıza. Böyle uzaktan "vay yarabbbim sen nelere kadirsin guş olmuş gız yaa tövbe yarabbi dağlara taşlara" bakışıyla süzüyor bunu.

Kızı hayvanat olduğu için bahçeye salıyor. Kız tabi köy hayatını şehirde yaşamak isteyen Kanye'nin kuzuyla ceylanla dolu bahçesinde hayvanatla tanışıyor şaşırıyor vs. Sonra Kanye buna acıyıp bi lunaparka falan götüriim misafirimdir canı sıkılmasın diye büyük Michael Jackson şişme bebeğinin olduğu bir alana götürüyor. Havai fişekler vs. Kanye mesaj vermeye çalışıyor ama kuş kız dahil hiçbirimiz anlamıyoruz.

Neyse sonra bu kıza aşık oluyor. "Kuşsan kuşsun kimse karışamaz karım yapacağım seni, koluma takıp New York'ta gezeceğim" diyip, sadece beyaz giyilecek bir yemek daveti veriyor. Tabi beyaz giyen zencilere yine beyaz giyinen beyazların hizmet etmesi de gözden kaçmayan ayrıntılar arasındayken, kız etraf tarafından hiç iyi karşılanmıyor. Kadınlar "ayyyy mahlukatla evlenecekmiş tüüü" bakışları atarken herifler "olsun guş muş memeler güzelmiş" diyor içinden. Bu sırada manitayı etkilemeye çalışan Kanye, hangara yerleştirdiği piyanosunun başına geçip birşeyler çalıyor ki ne kadar kültürlü tüm dünyaya ve uzaya ispatlasın. Piyanoyu duyan baletler koşar adımlarla gelip hemen dans etmeye başlıyorlar. Çünkü zenci olsa da ezilmiş olsa da baleden de anlar bir zenci, piyanodanda.

Sonra yemek sırasında kız tam "aa o yemek ne, bu çorbada ne var" derkene sen kızın önüne doldurulmuş kuş getirmesinler mi yiyecek olarak. E Kanye'cim yemek verip menüye bakmazsan ne var diye olacağı bu. Kuş kız başlıyor bağrınmaya tabii. "Ayyy inanmıyoruuuuum kuş mu yiyorsunuz siiiiz" diye. Kanye aha sıçtık tam da tav olmuştu diyip başını ellerinin arasına alıyor bir süre. Sonra neyse ki "yaa ben onu sana hoşluk olsun diye yaptırdım tabii ki yemeyecektik, heykelini yaptırdım ben senin" diyip bunu bi şekil ikna ediyor. Kız da "iyi peki madem" diyip bahçede takılıyor yine bi süre.

Akşam olduğunda ise kuş kız diyorki "biz ayrı dünyaların mahlukatıyız, beni sana vermezler uçmam lazım benim" diyor. Kanye "hayatta olmaz karım olacaksın" diyor. Olursun olmazsın derken "bir kere sikseydim" diyor Kanye yatırıyor kızı. Doğru saydıysam 3 posta gidiyorlar. Bundan sonrası zoofiliye girer.

Neyse Kanye çorapsız makosenleriyle sabah çatıda uyanıyor ki kuş kız gitmiş. "Vay anaam" diyip ormanda peşinden koşturuyor ama nafile kız göklere yükselmiş bile. Artık gece nasıl korktuysa üstüne de memelerini kapatan demirden bir memelik takmış. E haklı tabi. Yanlışlıkla düştü, kızı akşamına zencş sikti.

Bu şekilde film bitiyor işte. Kanye West'in tadından yenmez kısa filmi. Bravo yeaa. Seni oturduğum yerde ilk önce yavaş yavaş başlayıp sonra ritmi hızlandırarak ayakta alkışmaya başlıyorum. O nasıl sanattan anlamak, o nasıl ince mesajlar vermek.

Tüm karelerde ezik varroşş bakış açısını görebilir, gördükçe hey allaam diyebilirsiniz.

Buyrin diyin, link aşağıda..

http://www.youtube.com/watch?v=O7W0DMAx8FY

26 Ekim 2010 Salı

zombi mazlumder ortaköy buluşması


Bugün orta yaşına yakın olanların çocukluklarında ömürlerinin yarılanmasına neden olan bir tip varsa o da zombidir. Gerçek anlamda bir zombi nesliyiz biz çünkü. Yaşayan ölülerin dönüşünü izleyip, tuvaletten zombi çıkacak korkusuyla kardeşinin altına işeyip sabah " hiiii anneeee Merve altına işemiiiş" diye numara yapan çok insan vardır. Kimse onlar artık?

Öyle evet, çok korkardım zombiden. Bir numarada Ankara'dan beni bulmak için trene binen kurt adam gelir, ikinci sırada tuvaletlerde bekleyen zombiler. Annem böyle filmleri pek izletmezdi bize yarım akıllı oluruz diye. Ama sevgili o zaman gençliklerinin tavanında olan dayılarım dünyayı dar ederlerdi. Freddy olsun, zombilerin şafağı olsun, thriller olsun üst üste izletip psikolojik test yaparlardı üzerimde. Büyük dayım "ananenin evinde tek başına bi gece yat sana 100 milyın vericem" gibi geri çevirmesi bir çocuk için zor olan tekliflerde bulunur, muhabbet yine annemin "lütfen çocuklara böyle şeyler izletmeyin kaç kere dedim" sözleriyle bölünür, gece yatmadan önce "yapabilir miyim lan acaba?" sorularıyla uykuya dalardım. Hala içimde derttir, yatardım halbuki. 100 milyonada offf bi sürü minik renkli kolonya, telli araba, topuklu takunya ve leblebi tozu alabilirdim.

Sonra bir arkadaşım vardı Gülsüm. Şimdi evli mutlu çocuklu, zombi taklidi yapardı herkesi ağlatana kadar. "Beyiiiiiin taze beyyiiiiin" diye pis pis dolaşırdı evin içinde. "Tamam Gülsüm bak ölümü öp nolur" diye yalvarırdık sussun diye. O da "eveeet ölünü öpüceeeem" diye uzatırdı. Annecim, şimdi yapsa yine refleksle ağzına çakarım. Pislik.

Neyse o zamandan bu zamana zombileri türlü tarihlerde tekrar tekrar mezarlarından çıkarma girişimleriyle karşılaştık ama hiçbiri çooook etkili olmadı. Çocuklarda etkilenmiyor eskisi kadar. Ne de olsa her biri Resident Evil boy. Çekirdek gibi patlatıyor şimdi ki bebeler zombileri valla. Bizim gibi boklu yaşayan ölüler nesli değiller. Ben bi kere oynayayım dedim zombi ısırdıkça elimdeki alet titredikçe annecim ya bu akşam bu zombiler gelirse diye düşünmeye başlayıp kapattım. Küçükten büyüğe duaları okudum, öyle yattım.

Peki Coşkun Sabah soruyor: Bu anılar neden canladılar? Sabah gördüm, kült The Walking Dead çizgi romanının dizisi Türkiye'de Fox aracılığıylan oynamaya başlıyormuş. Fragmanını izledim dizinin midem kalktı makyajlar falan çok başarılı. Ama gel gör ki bu sabah ki Türkiye tanıtım videosunu izledim bayaa dandik. Birkaç kişinin üzerine ketçap sıkıp Ortaköy'e salmışlar. Tipler zombi gibi değilde az önce namus meselesi yüzünden meydan dayağı yemiş gibi yürüyor.

Sokak çocuklarına verseydiniz 5 milyon makyajsız oynarlardı. Ya da bizim Gülsüm. Söylesenize zombiye ihtiyaç var diye. Çoluk çocuğa karışıp zombilik kariyerini yarıda bıraksa da Türkiye'nin en iyi zombisidir o. Kasede çekmiştik onun taklidini hatta. Dinlemeye bile korkarım ortam bir korku filmine dönüşecek diye. Birkaç arkadaş geçmişten kaset dinlerken tokmalı saatin çalmaya başlayıp şeytanın gelmesi fenomeni vardır birde hayatımızda çünkü. Hatırladın?

Bu arada az önce yeni zombiler şehre dağlıyor videosu eklenmiş. Türk insanın herşeye olduğu gibi zombiye olan kayıtsızlığı beni mahfetti. Bi tek Japon korkmuş, o da Japon olduğu için. Yeaa Türk halkını gerer mi bu yeaaa. Bizim marketçi çocuk bizzat zombi ki. Hergün selamlaşıyoruz.

Bugünün neşesi videolar için aşaa pls..

http://www.fxtv.com.tr/diziler/thewalkingdead/videolar/the-walking-dead/zombi-istilasindan-son-goruntuler/149

25 Ekim 2010 Pazartesi

bir kedi yeter!


Hayatı ve kafaları ve pazartesileri güzelleştirmek için bir kedi yeter. Aynen böyle bilgisayarın üstünde uyuyasım var. Sıcakta olur o rınrın fan titretir. Kedi olaydım.

20 Ekim 2010 Çarşamba

memleketimizin şeytanı


Ozlem Tekin - Cinayet
Yükleyen sayit. - Öne çıkan müzik videolarını izleyin.

Nostalji programı izlerken 1999 yılının hitlerinden bu şarkının ve dolayısı ile Özlem Tekin'in bahsi geçti. Sen o kadar şeytan kostümü giyin, DJ'in sayko kılıklı olsun. Söylediğin şarkıya bak bir de, bayaa TRT dizi cıngılı. Ne yapsa olmadı bu kız. O kadar Amerikalarda doğmuş o kaşlardan burun ve dudaktan yırtamamış.

Yine Urfalı şeytan şeytan, Mardinli şeytan şeytan, nişan yüzügün yaptırdım Entepli şeytan şeytan.

Laf diyecek olanlar ilk önce TRT'deki programındaki kıyafetlerinin izahını yapsın bir vesikalık ile birlikte. 2010 yılında mikili tişört giydi gördüm.

19 Ekim 2010 Salı

peki saçlar hazır mı?



Çok korkunç bişe oldu demin. Her hemen çalışmaya başlamak istemeyen vatandaş gibi sabah haberlerini okumak için dablu dablu yapıp haber sitelerini ziyaret ederken Binali'nin sallanan köprü için " e ne düşünüyordunuz asma köprü bu tabii ki sallanacak sonuçta iki ip tutuyor" dediğini okudum. Yeminle bu olay hakkında dedim ki iki gün önce yeeaa çıkıp diyecekler ki "tabii ki sallanacak asma köprü bu, iki ip tutuyor köprüyü" Şimdi bu iki anlama geliyor. İlki Binali bize hayatta hiçbirşeye şaşırmamayı öğretti. İkincisi gittikçe ve sistematik olarak Binali'ye dönüşüyoruz, onun algı kapısından içeriye bismillah'la girmiş bulunduk.

Binali bir de zeki bir örnekle açıklıyor durumu. -Çok güzel örneklerle anlatır Binali, anlatımı kuvvetlidir.- “Elektrik direkleri sağa sola yaylanıyormuş. Elektrik direkleri aksesuar. Mesela saçın rüzgarda sağa sola savrulursa... Onun gibi bir şey. Ama kökü orada direğin. Hiç milleti paniğe kimse sevk etmesin, her şey yolunda”

Şimdi anladınız mı? Ahenkle dans etmiş elektrik direkleri. 100.000 kişi yıkamış çıkmış.

Bir de neymiş sistem uyarı veriyormuş. Yeaa atmayın din kardeşiyiz. Ne sistemi yeaa. Biz o sistemi biliyoruz. Bu ülkede ulaştırma bakanlığının görevi vatandaşlarını güvenle dualarla hakkın rahmetine ulaştırmak. Yemeyelim birbirimizi Binali'cim.

En çok japona üzülüyorum. Yıkılsın o köprü Binali "çekik gözlünün yaptığı bu kadar olur, Türk inşaat şirketlerinin başarısını dünya biliyor. Aslanlarımız 2 katlısını dikecek aynı yere. Ölenlerin ailelerine baş sağlığı dliyoruz." diyecek, faturayı japona kesecek. Halbuki adamlar her yıl uyarırdı, baktılar sikine saran yok vazgeçtiler "ço kda ski mei di" diyip bıraktılar ellerimize kocaman köprüyü.

Tabii bu konuda tek bilimsel açıklamayı yapan Prof.Dr.Ahmet Vekif Alp'in açıklaması içinde "rezonans" gibi gay bir kelime geçtiğinden hiç kaale alınmadı. Saçlarla anlatsana bize Ahmet'cim, kökü sende desene.

Neyse o gün ordaki 100.000 kişinin boğazın derin sularına karışması yazılsaydı alınlarına karışırlardı. Herkes alnına ne yazılmışsa onu yaşayacak ne bir eksik ne bir fazla.

O nedenle seneye ki koşuya yine hazırız. Peki saçlar hazır mı?

17 Ekim 2010 Pazar

padişahım olsan sana doya doya baksam



Hani romantizm denen şey kadınla erkek arasında bir şeymiş gibi algılanır ya hep. Ama bir takım erkekler arasında kadına duyulacak romantizm -ayıp kaçabileceğinden olsa gerek- güle, örümceğe, Fatih Sultan Mehmet'e, taşa yönlendirilir. En büyük hayalleri arasında sevdiği insanları Fatih'in İstanbul'a girişi esnasında yanyana görmek vardır mesela.

Misal ben minibüste otobüste giderken rock star olduğumu hayal ederim. Sahnedeyim karşımda 100.000 insan nasıl havalıyım saçlar başlar, yerelere tükürüyorum öyle cool bi insanım. İşte bunun o bünyedeki karşılığı o gün Fatih'le İstanbul'u fethetmişiz, surlardan girmişiz, yere göğe sığdırılamayacak tarihi birlikte yazıyoruza tekabül eder.

En son örneğini dün gördüm. Erdoğan'ın konuşma yapacağı salonun girişine asılan Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'a girişini anlatan tablodaki karakterlerin yüzlerine fotoşopla Erdoğan'ın, eski ilçe belediye başkanının ve binayı işleten şahsın yüzü monte edilmiş. Tabi başbakan farketmemiş, kimse de korkusundan söyleyememiş. Ama Erdoğan başka birşeye sinirlenip ana avrat gidince "ulan fotoşoplara mı kızdı yoksa ben demiştim sana mevlüt hiç iyi fikir değildi bu" diye birbirlerine bakmışlar belediye çalışanları. Sonra öğrenmişler ki başbakan görmemiş başka birşeye sinirlenmiş, ohh çekmişler. -Halbuki başbakan görseydi davayı basardı. Yakında yasaklanacaklar listesinde youtube'dan sonra geliyor fotoşop.-

Ancak yine de bu fotoşop çalışmasıyla kariyerinde büyük bir adım atacağını düşünen grafik tasarımcıyı kutluyoruz. Gerek cesareti gerekse romantizmi takdir görmeyi hakediyor.

Bu tasarımcımız yaşlanınca ağlamaya da başlayacak mıuhtemelen. Hassaslaşacak gitgide. "Fatih girmiş surlardan 100.000 atlıylaaa" derken dudaklar titremeye başlayacak, sonu gelemeden hikayenin göz yaşlarına boğulunacak. Kıyamasss

Erkekler ağlamaz sanmayın, Ömer Döngeloğlu izleyin.

Fatih Sultan Mehmet İstanbul'a giriş sahnesini fotosunu aynen koyuyorum. Fotoşop'a gerenk yok yapılmış zaten.

12 Ekim 2010 Salı

dandik hediyeler listesi


Yukarıda mizansenlerle kendimi eylediğim robotlardan gundam yani maganda olan çok sevgili arkadaşımın hediyesidir. Ameliyattan sonra 1001 parça halinde olan kendisini birleştirerek zaman geçirmiş ve en sevdiğim robotlardan birine sahip olmanın mutuluğunu yaşamıştım. Hayatımda aldığım en güzel hediyelerden biriydi.

Şimdi nereye geleceğim. Her hediye böyle güzel olmaz. Özellikle son dönem minik olsun şık olsun tribi niceleri şaşkınlığa sürüklemiştir. Karşındaki kocaman havalı bir karton poşetin içinde kocaman bir kutuyla gelir. Siz "ulan ne aldı acaba koccaman kutu bu ne çıkacak içinden" diye heyecanlanırken içinden bir tütsü bir de kart çıkar. Şaşkınlığınızı nerenize sokacağınızı bilemezken "ayyyyy caaaanııımmm ne gereği vardı harrriikaa" cümlesi biliçsizce çıkar ağızdan. Arkadaşlığınızı koruma altına almaya çalışan beynin otomatik tepkisidir bu. Aksi takdirde "bu ne lan sik gibi bu mu çıktı bu kutunun içinden" demek gerekir ki çoğu toplumda ayıp karşılanır. Ama insan üzerinde stres yaratır bu hediyeler. Onlar hediye değil tanrının gazabı gibi üzerinize yapışır. Hediye olduğu için atsan atılmaz satsan satılmazdır. Öyle sizinle yaşar.

Böyle hediyeler için intikam iade-i hediye listesi hazırlamıştım bi zaman. Kötü kalpli bir insan olduğum için boş zamanlarımda böyle listeler hazırlıyorum. Bir numara favorimdir. Birgün size alırsam bilin ki amacım intikam almak ve yüzünüzdeki o sevincin sahtekarlığını izleyerek acılarımı bir nebze hafifletmektir.

Dandik hediyeler listesi:

1- afrika maskesi
2- tütsü
3- mum
4- zenci cazcı biblosu
5- yöresel kıyafet / çarık
6- kedili fotoğraf çerçevesi
7- sırt kaşıma aleti
8- baskılı kupa
9- kitap (evet kitap en iyi hediye değildir ama 9. sırada en kötüsü de değil)
10- borcam

11 Ekim 2010 Pazartesi

bir kedi yeter!


Hayatı ve kafaları güzelleştirmek için bir kedi yeter! Siz hala almadınız mı? Poşetleyin alın. Bende alıcam. Patti'yi unutmanın zamanı geldi. Fotolarına bakıp iç geçirirken gençlik gitti elden.

Bi kilo versene ordan tüylü olsun.

7 Ekim 2010 Perşembe

ece gürsel'e maldivlerde tıklayın! ya da öyle birşey


Dediler internette kadın pazarlıyorlar. Hemen bonemi takıp surfe başladım. Amacım projeyi görüp hemen ulaştırma bakanlığına şikayet edip siteyi kapattırmaktı. Gerçi en son kim kapatıyordu interneti kesinleşmemişti.

Neyse bir baktım ki olay Ece Gürsel'le Maldivler'de tatilmiş. Aslında Ece Gürsel'e timsah gelmez. Ama o anasayfayı gördükten sonra facebook'ta o mesajı çüküyle yazıp 4688'e gönderecek 1 milyon abazan bulabilirim grubu açabilirim. O nedenle kampanya başarısı şimdiden o gençlerin malum sıvılarıyla duvarlara yazıldı sayıyorum.

Diğer yandan olayın özüne gelindiğinde bayağı kontör karşılığı hatun veriyoruza geliyor ki %58 olsam hiç hoşuma gitmez.

Yakında "Merve'ye tıklayın, tıkladıkça rahatlayın. Tıklayan herkese anında peteçe!" gibi şahane projelerde bekliyoruz opretatörlerimizden.

Youtube'da sakıncalı videolar var ama Merve'ye tıklamakta sorun yok çünkü.

-Çok pis oldu bu yazı yeaa 18 yaşından küçükler okumasın, okuyan varsa unutsun hemen-

Ece Gürsel'le Maldüvler'e sabaha kadar tıklamak isteyenler aşağıdaki linki copypaste yapsın. Ben blogumdan kadın tıklatıyor dedirtmem kimseye.

http://www.eceyletatil.com

3 Ekim 2010 Pazar

1979'dan beri karanlıklar prensi


Perşembeden beri 1979'dan beri karanlıklar prensi olan Ozzy Osbourne'u yakından görmenin, boğaz havasının gaz yapmış olması ihtimaline ortak olmanın mallığı içerisindeyim. Yani mallık da değilde bir garip hal. Tarif edemiyorum. Her gece Ozzy gelsin istiyorum. Birlikte kebap yemek, ona şakalar yapmak, bayramlarda birlikte bozcaadaya tatile gitmek istiyorum. İstiyorum ki hiç gitmesin. Heryerde onu görüyorum. En son Patti Smith'te böyle olmuştum. İlk gece konserden döndükten sonra içimdeki duyguyu koyacak yer bulamayıp orta sehpanın altında yatmıştım bi süre. Çok garip gelebilir ama bence çok garip değil. Sonra ikinci günde izlemeye gidip bayağı daattım kendimi. İşte sonrasında aynen birkaç gün nereye baksam Patti Smith'in o bıyıklı gül cemali gelmişti önüme. Sonra Marianne Faithfull'la el sıkışırken etrafımda bir karadelik oluşmuş "ulan bu el hangi rock starlarını sıvazladı diye düşünürken" Türkçe "hoşgeldiniz efendim" demiştim. Kadında "ha? sorry?" demişti. Efsane görmek böyle birşeydir çünkü. Adamı çarpar. Bu nedenle ancak pazar gününe konseri yazabiliyorum. Gerçi haşa konseri yazmak ne demek Ozzy'e laf söyleyecek değilim. "Muhteşemdi" bu konserin rewiev'i ancak bu kadar olur. O nedenle ben malesef fizik şartları gereği artık tatlı bir anıya dönüşmüş o günü anlatayım.

Günün öncesinde tam bir hafta davetiye aradım. Beleşçilikten değil. Dünyanın en az kazanan yazarıyım. Ay sonu ve beş milyar borcum var. Hz. İsa indi saha içi 100 sahne önü 200 deseler yine gidemem yani öyle bir durum. Ki buna rağmen beyle olmadı neyse parası veririz borcumuz olur 5.200 demiştik. Neyse ki son gün Hızır A.S. Sarp Dakni kılığında yetişti. Kapıdan alırsın biletleri dedi ve heyecan başladı tabi. İşten çıktım beye dedim "Alayım seni Taksim'den taksiyle" "Tamam" dedi bindim gidiyorum. Taksime yaklaştık yoldan aldık beyi. Bey beşlik simit gibi gülüyor. "Ne oldu?" dedim. Bir konuşmaya başladı. Alkolün kokusundan göz gözü görmüyor. Komanın sınırında. Neymiş arkadaşlarla gaza gelmişlermiş miş şat yapmışlarmış mış. Şimdi dedim bi şat da ben yapsam kan gelse. "E dedim benim bacak malum, ben yalnız gidemem, sen komanın sınırındasın nasıl gidicem ben bunu nasıl yaparsın!!" "Yeaaa dur ben kendime gelirim diyor ama yook diğer yandan camı açıp uca yapışıyo ki kustu kusacak. "Heee" dedim ben anladım plan B. Hemen aradım benim sisterı dedim uçarak geliyorsun konserin başlamasına kalmış 20 dakka ben taksimdeyim. Aynen uçarak geldi sağolsun. Ben beyi eve götürüp kusmuğunda boğulmasın diye yüzüstü yatırıp topal bacağımı çekerekten konsere koşturdum. Tabi Ozzy'cim başlamış. Gece yarısı olmadan yatakta olması gerektiğinden yüksek ihtimal 9'da çıkmış sahneye. Yakışır.

Mr. Crowley'de ordaydık. Çok öne gidemedik tabii. Milletimiz sevgiliye arkadan yapışmak suretiyle yuvalanmıştı. Sahneyi görecek kıvama geldiğimizde durduk. Ozzy'cim yaşına ve bir dönem kanında alkol ve uyuşturucu dönen birine göre çoook iyiydi. Orada ki birçok kadayıftan daha hareketliydi. Klasik eller havaya hareketleri, "ı m fuckin love you, god blessed as all" gaz laflarıyla gönül aldı, gaza getirdi. Sesini fazla çıkışa gerek bırakmadan gayet yerinde ve güzel kullandı. Laf eden varsa Beşiktaş lisesi önünde buluşalım. Herkes oturup ben 63 yaşında nasıl bir kadayıfa dönücem diye hayal etsin. Ondan sonra ağzını açsın. Ağzını kırarım. Neyse Suicide Solution, War Pigs, Iron Man derkene ışık hızıyla geçti zaman. Ya da bana öyle geldi. Yarı bilinçsizdim. Yanımda kıpırdamadan durabilen insanlara inanamayarak tek bacağımın üstünde zıplayabildiğim kadar zıplarken sağ omuzumda Dr. Tahsin belirip "Arzucum dizini fazla yormanı istemiyoruzzz. Metal konserlerinde kendini dağıtmanı istemiyoruzzz." dedi bi kaç kere. "Evet haklısın" diyip kendimi durdursam da Paranoid'de "sıçarım bacağıma da tahsinine de" diyip, kafayı kırdım. Sister'ın kolunu morartmışım. Konser çıkışında "Ne biçim sıktın kolumu morardı resmen" dedi. Dedim "Saçmalama lan ittirmişimdir en fazla" Bi baktık sonra morarmış hakaten. Nasıl bir hayvana dönüştüysem artık.

He diğer yandan hadi benim bacağım problemli o gelen 9 bin kişinin nesi vardı. Eskiden dandik metal konserinde bile en az 10 kişinin kaşı açılır, saçı sigaradan yanardı. Gerçi bu konserde 9 bin kişiden ancak bini uzun saçlıydı. Geri kalanlar kel kalmış eski metalcilerden oluşuyordu. Sahne ışıkları yandıkça kafalar parladı, konser alanı aydınlandı. Ama kel olmak dağıtmayı, iki heyecandan itişmeyi engellemez. Yanımdaki ağır kel abi, Ozzy fuck you mak yu diyince bende fuck you toooo diye bağırınca ve sokak çocukları gibi parmak ıslığı çalınca çok rahatsız oldu mesela. İyi de kelcim, klasik müzik konserinde miyiz? Sen kelsin diye şimdi biz de mi ağır olalım. Çok yanlış. Seyirciyi beğenmedim ben diyeceğim ama şoktan da olabilir. Bünye kaldırmıyor bazen çünkü. Sen senelerce bekle askerliğini yap, çoluğa çocuğa karış, gençlik ilahın karşına çıksın. Bir afallarsın tabi. Ama olsun lütfen bir sonraki efsane konserinde -ki Kiss olur herhal- lütfen acık daha çaba gösterelim. Büyük bir heyecanla bise bile çağıramadıktan sonra 10 bin kişi toplanmışsın ne işe yarar. Herkeste Ozzy gibi tonton amca çıkmaz. Sahneden işer valla ters adama gelirsen.

Neyse konserin son şarkısını bacak korkusuna kapı önünden dinledim. Sonra hemen koşar adımlarla boş olan ilk taksiye atlamak umuduyla kendimi dışarı attım. Ama ne mümkün. Gidilecek yöne uymuyorsan yine kaldın yolda. Bir tane taksici neyse "abla 20 ver götüreyim" dedi. "Ulan" dedim kısa süre ama sonra çok mutlu olduğum için ve de yürüyemeyeceğimden tamam dedim bindik. Binince dedim taksiciye "Siz de böyle güzel buluyorsunuz konser günü yolunuzu ha bravo". Taksici de hiiiç istifini bozmdan yavvvşak yavvşak gülerek "ee abla kurt puslu havaları sever" dedi. Normalde insanlıktan çıkmam lazımdı ama "hahaha şakacı seni" dedim 20 milyona geldim 5 milyonluk yolu.

Eve geldim bey ayılmış. Ayıldıkça üç şat için Ozzy konserini kaçırdığı gerçeği beynine vurdukça kahroldu ama nafile. Dedi "Hiç aramadın ya ben ölsem burda"."Aaaa" dedim hakaten ya ölse allah korusun. Arkamızdan kimse ağlamaz. İbret hikayesi olur. Çocuk içkiden komaya giriyor, onu evde bırakıp metal konserine giden mavi saçlı pis karısı onu hiç aramıyor. Vakit gazetesi manşet: %42'nin sonu. Halbuki gayet normal bir aileyiz.

Son olarak Ozzy'nin nasılda tatlı bir insan olduğunu World of Warcraft reklamını izleyerek anlayabilirsiniz. Gayet normal bir karanlıklar prensi. Şakacı.