30 Mart 2011 Çarşamba

rektum koçluğu 250 tl yerine 240 tl


Allahsızlıkla ilgili en güzel anım şöyle:

Teee biz küçükken Ortaköy'ün sıkıcı banklarında punk grunge bebeler otururken, biz metal müzik eşliğinde tıngır mıngır sallanırken birgün oralarda bir barmen arkadaşımız bize atıp tutuyordu. Yok işte Allah diye birşey yok, ben inanan gerizekalıları da anlamıyorum, bir dine inanmak kadar saçma birşey yoktur ki gibilerinden nutuklar atarken de bir yandan bir taburenin üstünde patlamış ampülü değiştiriyordu. Sen paaat dedi ampül patladı mı. Bu bizim ateistimiz kendini Allah Allah diye aşağı atıp tek ayak üstünde bütün küçük duaları ardı ardına 5 saniyede felan okudu. Götü o kadar atmıştı ki saniyede 12 dua okuma rekoru ateistte olsa kendisine aittir.

Allahlılıkla ilgili en güzel anım ise şöyle:

Benim lazut büyük dayım adamı yakaladı mı şahadet getirtene kadar anlatır. Allah karıncaları şöyle yaratmıştan girersiniz, tüm kayaların kıbleye baktığından çıkarsınız. Hatta efsane bir teorisi vardır. Bak uşağum der Allah'ın işine bak; ha bu karıncalar 100 km ötedeki karıncayla konuşur. Koy onlardan 10 tanesini yan yana İstanbul'la konuş. -şimdi karıncayla hayat daha fazla hayat sloganıyla yola çıkan büyük dayım trabzonda ikamet etmektedir- Ancak tüm bu sohbetlere rağmen kendisinin son vakası 60 küsür yaşında olmasına bakmadan köyden bir kadınla samanlıkta işi pişirip gayrimeşru çocuk sahibi olmaktır. Ne haltlar yediği ay gibi ortada olduğundan bir din muhabbetinin ardından yaşanan kısa bir sessizlikten sonra kafasını hafifçe sallayarak "uşağum bunları anlatıyorum ama ben de çok iyi bir bok değilim ha" kendini kabul ediş açıklamasıyla soru işaretlerimize cevap vermiş hatırladıkça altımıza işetecek bir ana imza atmıştır.

Yani ister inananı olsun ister inanmayanı işine gelince durumu süper kendi lehine çevirecek argümana sahiptir bu topraklarda. İnsansın çünkü götün başın oynar ister istemez. 'Ulan tamam inançsızız ama bu mudur yani, çek fişi bitti midir yani'den 'yeaa öteki dünyada hesap vericem ama şu günahın da tadına bir bakayım nemaz ve bonus sevaplarla açığı kapatırım'a durumu kendi ihtiyaçlarına göre güncellersin. Bence ikisinde de sorun yok. Modern insan(!) neye inanıp neye inanmadığını kendi de bilmiyor zaten.

Misal sabah bana bir mail geldi. Kuantum koçluğu dersi -1 saat yani- 250 yerine 74 TL diye. Şaşkınlıktan bayaa bir süre maile baktım. Yaşam koçluğunu bile sindirememişken kuantum koçluğu ağır geldi. Hayır saati 250 lira olduğuna göre de alıcısı var yani bu koçluğun. Bana ancak su büktürücez, hava büktürücez falan derse verebilirim o parayı. Yoksa nedir yani? 250 nedir?

Götünüzden inanç uydurmayın arkadaşlar. Hadi o uydurdu deli belki. Saatine 250 lira verenleri deli mi sikti? Paran çok yine de mutsuzsan paylaş o parayı bak ihtiyacı olan biriyle nasıl rahatlıyorsun. Hem sana batan para ortadan kalkıyor hem ruhun "ulan ben insanmışım" aymasına varıp kendine geliyor. Ya da bizim Fatma Teyze var o sana bir fincan kahveye söyler ne yapman gerektiğini. Geçen dertli bir arkadaşın başına gelenleri anlattık "heee onu anladım ben onda şu kompleksi var, şöle yapması lazım" dedi. Kız piskoloğa gitti piskolog da aynını sölemiş. Bir kahveye öğrenebilirmişiz halbuki sorunun kaynağını. Şimdi Fatma Teyze bir inanç sistemi uydursa; dese ki kırlent koçluğu yapıyorum seansı 250 milyon eminim ona da gelen olur. Hem de daha güzeli olur. Araya dedikodu sıkıştırılır, eğlencesi artar.

Tüm teyzelere buradan açık çağrı: Evinizde otururken para kazanmak istemez misiniz? Koçluğunuzun adı benden, deneyimlerinizi şehir bebeleriyle paylaşmak sizden. Saati 250 TL. Rektum, momentum, casio koçluğu mesela. Nasılsa ne versen yer.

Bu arada ben adımı bu kuantum koçluğu veren hanfendiye bağışlamak istiyorum. Kendisi daha çok hakkını veriyor çünkü.

18 Mart 2011 Cuma

nükleerden korksaydık evimize tüp almazdık


Hazır blogspot açılmışken, nükleer patlamışken vakit kaybetmeyelim, sizi hemen gereyim istiyorum. Kıyametti, nükleerdi ne kadar emmeli patlamalı konu varsa içinizi sıkayım diyorum. Günlerdir "gızım nükleer olmasaydı baban ingiliz olacaktı" gerizekalı açıklamalarına göğüs germeye çalışıyorum çünkü. Diğer yandan kıyametten kaçış planları yapıyorum. Ama iki ucu boklu değnek. Bir "ohh iyi deprem bizi vurmayacakmış" rahatlığı yok.

Neyse hazırsanız kıyametten başlıyorum:

Elime çok korkutucu bir belge geçti.(Bi sik dicekmiş gibi Cüneyt Özdemir styla) Belgeye bakarsak, herkes ahretliğini yapmaya başlasın çünkü 2012 olan kıyamet tarihi öne alınmış. Yeni tarihimiz 31 mayıs 2011. Seneye bitmesi beklenen cennet ve cehennem inşaatı, malum Japon vatandaşların artışıyla hız kazanmış, araya giren Japon mühendisler sırat köprüsünü üstün Japon teknolojisiyle erkenden bitirmiş. 31 Mayıs'ta açılışına tüm dünyayı bekliyorlarmış.-şakalar espriler-

Lady Gaga'nın seksi bulunması, dünya klasiklerinin sazla çalınmaya başlanması, komik kedi ve yetenekli çocuk videolarının artması, Muazzez Ersoy'un sahnelere geri dönmesi bunlar hep büyük kıyamet alametlerindendi zaten. Bekliyordum ben.

Hııı çok diyenlere de Hristiyan 7000. yıl kıyamet şifresini veriyorum.

Şimdiih, Kıyamet ne zaman kopacak? Nuh Tufanından 7000 yıl sonra. Nuh Tufanı ne zaman oldu? İ.Ö. 4990. Dünya tufanda kaç gün sular altında kaldı? 7. Her gün kaç yıla tekabül eder? 1000. Yani? 7000. 2011 ile topla 4990'ı ne etti? 7001. Eski Ahit'e göre bir yıl hep eksik sayılır 0'ıncı yıl diye bişe yok çünkü. Çıkar o 1'i 7001'den. Etti mi size 2011.

Anladın mı şimdi? Götün attı mı?

Atmadım mı? Saçmalamayın yeaa atoma inanıyorum ben, bu safsatalarla işim olmaz diyenlere en bilimselinden Nükleer kıyamet senaryosu veriyorum. Yanında bez ağızlık hediyem.

Bu senaryoya göre sadece bir devletin önündeki kırmızı minik nükleer başlıklı füze düğmesine basmasıyla diğer ülkelerin "ulan göt sen basarsan ben de basarım" diğer götlerin "siz basarsanız biz de basarız lan bizim neyimiz eksik" demesiyle dünya üzerinde tek bir yaşayan canlının kalmaması riskine dayanıyor ki, bakıldığında 8.9 büyüklüğünde bir depremin gerçekleşme riskinden daha yüksek gibi. Bugün tek bir nükleer santralin 3 reaktörüyle başa çıkamayacak dünya hükümetleri habire nükleer silah üretiminde bulunuyor.

Kendinde hiç yokmuş gibi ona buna sataşan ABD'de 104 güç santrali bulunuyor ki birinci sırada kendileri mesela. Hemen ardından Sovyetler geliyor. Onun ardından -beni buna alıştıran senin pezevenk enişten şarkısıyla- nükleer işine Rusya yardımıyla bulaşmış Çin, Fransa, İsrail, Kuzey Kore, İran... Böyle birbirinden akıllı ülkeler dizi dizi diziliyor. Kıyametimiz iki denyonun dudaklarının ucunda yani.

He Türkiye'de Amerikan istifi hariç resmi Nükleer silah bulunmuyor ama şimdi Akkuyu'ya dikeceğimiz santralle biz de yüzyılın gücünden yararlanma şerefine nail olacağız.

Çünkü nükleerden korksaydık evimize tüp almazdık anam. Başbakanımız hepimizden en az 3 gözlü çocuklar bekliyor.

Hala gerilmediyseniz Nimet Çubukçu'nun Haydi Çocuklar uykuya videosunu tavsiye ediyorum.

Ben 2011 filminden öğrendiğim adarıyla yeteri kadar hızlı koşarsam kıyametten kaçabilirim. Bir planör bulmaya, zamanında havalanmaya bakar.

8 Mart 2011 Salı

fazla abartmadan, kararında kutlayın


Bundan yıllar yıllar önce henüz üniversite 1. sınıftayken yazımı ve ceplerimi bir nebze doldurmak için geçici bir iş aramaya karar vermiştim. -Bir de manita ile ayrılmıştık canım sıkkındı ama o başka bir mesele.- Kapısında "eleman aranıyor" yazan heryere girip görüşmeye başladım. Beşiktaş'ta bir telefoncuda 10 dakikalık bir konuşma "pazartesi başla" cümlesiyle mutlu sona bağlandı. Başladım işe gidip gelmeye. Tek kız benim dükkanda. Geliyorum tezgahın arkasına geçiyorum, kimseyle çok fazla konuşmuyorum. Çünkü gerek yok daha ilk günden enseye tokata.

Bir tamirci çocuk var sessiz sedasız pek konuşmuyor. Patronda iyi niyetli gibi toparlak suratlı bir çocuk. Bir amca var. Dakika bir benden nefret eden. Bir de bir yavşak var, tüm hikayelerin olmazsa olmazı. Yavşak benim çok konuşmamamdan şikayetçi, geliyor habire saçma sapan birşeyler anlatıyor. Ben metalciyim ya mesela tipten anlaşılıyor zaten. İşte gitar çaldığından, arkadaşlarıyla parti verdiğinden bahsediyor habire. En son muhabbeti çift kişilik yatakta yattığına getirmişti. Artık nasıl bir fantezi dönüyorsa kafasında. O çift kişilik yatağı duyunca hemen tahrik olup, waaaww beni bu gece o yatağa götür diye oramı buramı okşayamaya başlayacağımı düşünüyordu muhtemelen.

Neyse bu yavşak tiplemenin, hiçbir neden yokken benden nefret eden amcanın ve anlamsız 2 adamın daha yanında, işim olmadığında dergi okuyarak, camdan dışarı bakarak geçirdim zamanımı. Ta ki o sabaha kadar. Sabah şöle başlıyor:

Her gün ki gibi işe gitmek için minibüse bindim. Hepimiz üstüsteyiz klasik. Baktım cam kenarında bizim telefoncuda çalışan çocuklardan biri. Gel dedi otur. Yok dedim oturmam. Gel otur yaaa diye ısrar ediyor. Yok yaa dedim oturmucam otur sen. Neyse oturmadım öyle gittik. İşe girdik başladık mesaiye. Öğlene doğru bizim münibüsteki böyle sesli sesli Erdoğan'ın halka seslenişi gibi pek mühim ve ballandıra balandıra başladı anlatmaya.

1. abazan: Yaa kanka - kanka diye seslendiği diğer abazan arkadaşı oluyor- Bu sabah minibüste gidiyorum. Baktım münübüse bi kız bindi.
2. abazan: Eee kanka
1. abazan: Dedim münübüs kalabalık kalkayım ben sen otur. Kız dedi olmaz teşekkürler
2. abazan: Eee kanka
1. abazan: Dedim yaa olur mu gel otur. Diyor ki yok olmaz.
2. abazan: Eeeee
1. abazan: Yaa gel otur allah aşkına dedim, yok oturmam diyor
2. abazan: E gel o zaman kucağıma otur deseydin

Dedi... O anda açık gökyüzünü kapkara bulutlar kapladı ve çıkan hırçın rüzgarla teyzelerin başörtüleri uçuşmaya başladı. Bu karanlık birkaç dakikada buz gibi bir sessizlik oldu. 1. abazan sessizce abi sabah ki kız buydu dedi. Diğer abazan bana ilk önce şuurunu kaybetmiş, sonrasında ise boka basmış gibi baktı.

O zamana kadar sessizliğini sürdüren ben. "İyi oldu bu muhabbeti duyduğum, basit bir minibüs hikayesinin ardından bile iki abazan erkeğin arkamdan ne muhabbet çevirebileceğini gözlerimle görmüş, kulaklarımla duymuş oldum" dedim. Sonraki gün iş başında dergi okuduğum için işten çıkarıldım.

Bu iş dünyasındaki(!) erkek mentalitesiyle ilk tanışmamdı. Dış dünyadaki erkek egemenliğine ve şiddetine zaten alışıktım. Bünyeme mikrobu almış, bağışıklığımı kuvvetlendirmiştim. Ha aile içinde değil ama. Aile içinde bir erkeğin bir kadına şiddetine hiç tanık olmadım. Akrabalarımdan bir kadına kalkan elin sahibi, karşısında süperkahraman ananemi görünce o eli sessizce götüne sokmuştu çünkü. Oradan bilirdim ki kadına kalkan el kırılır. Bu bilinç beni yanımdan geçen bir adamın pis bir laf atışında elime aldığım koca bir kaldırım taşını adamın kafasına indirmeye hazırlanırken bir teyze tarafından durdurulmama kadar sürdü. Sonrasında kendime gelip hafif sinir krizleriyle atlattım sözlü tacizleri.

İş dünyasındaki diğer erkeklerle de başa çıkmak için elimden geleni yaptım ama genelde erkekler erkekleri tuttu. Ve muhtemelen konum üstünlüklerinin yanına hafif kız etiketiyle bol kucağa oturtmalı hikaye de çıkmıştır arkamdan bir süre. Bana yapılmasa bile bir grup erkeğin dilinin düşmesi suretiyle sırf güzel diye bir kadının nasıl taciz edilebileceğini bol bol gözlemleme şansım da oldu iş hayatında.

Şimdi çooook uzadı nereye geleceğim. Bıçaklanan, dövülen, kulağı burnu kesilen kadınların yanında bu hikayeler devede kulak kalıyor doğru. Ama sorun zaten burada başlıyor. Erkek dünyası kadına hiçbir şekilde saygı duymuyor. İlk iş tecrübemdeki erkek çeşitleri bakış açısının çok güzel bir çeşidiydi. Yaşlı erkek orospu olduğumu düşündüğü için nefret ediyordu benden. Sessiz çocuk benimle konuşmaya hiç cesaret edemeyeceği için, patron patron olmasına rağmen sözlü tacizine sessiz kalmadığım için, abaza kankası terbiyesizliğine göz yummadığım için, ve tabii ki yavşak olan o çift kişilik yatakta ona vermeyeceğimi bildiğinden nefret ediyordu benden. Sadece kendi halinde bir kadın olmam bile nefret unsuru olmam için yeterli bir neden.

Dolayısı ile bu erkek çeşitleri kendi nefretleri üzerinden büyük nefretlere avans veriyor. Dayakçıları, tacizcileri, sapıkları, tecavüzcüleri ve hatta katilleri görmezden geliyor, örtbas ediyor.

Bir gün bana verir umuduyla bir kadını işe alan patrondan, aldattığı karısı kendini terkettiğinde ağzını burnunu kıran erkeğe herkes suçlu. Hiçbiri diğerinden daha az suçlu ve affedilir değil. Birbirini besleyen, taraf olan bir cinsiyetçilik ve ayrımcılık var ortada.

Doğanın erkeklere çok eşlilik, kadınlara anaçlık ve doğurganlık bağışladığı gibi erkek dünyası verilerine dayanan biliminden, kendini çok zeki sanan Bursaspor taraftarının pankartına hepsi aynı saygısızlığın ve ayrımcılığın destekçisi.

O yüzden aynı erkek dünyası 8 mart dünya EMEKÇİ kadınlar gününü kendine yontacak, alış veriş çılgınlığına, sahte mesajlara dönüştürecek. Zaten az biraz moderen erkeklerin göz ucuyla ne lan bu diye baktığı haberler ülkenin diğer erkekleri tarafından hiç duyulmayacak bile. Akşama yine yemek sonrası sigara üstüne bir posta dayağa devam. Namus için gerekli çünkü. -Bu kısma giremiyorum bile.-

Ama yemezler. Siz namus cinayeti diye yok yere öldürülen, tecavüzcülerinin sırtının sıvazlandığı, töre gereği annelerinin eliyle ölüme gönderilen kadınların hesabını verin hepimize.

Başta başbakanımız olmak üzere "Aaa öyle şeyler mi oluyor?" diye soranlara ise iyi bir takip kaynağı olarak şu adresi veriyorum:

http://kadinasiddetidurdur.blogspot.com/

Buradan mülkiyet kavramına kadar uzanasım var ama siz de insansınız. Bir dokun bin ah işit. Ama işitin. Herkes işitsin. Lütfen.

Bitirirken; en basitinden Engin Ardıç hala gazetesinde, Orhan Çeker bölüm başkanlığında götünü yayarak oturabiliyorsa bugünü kutlamanın hiçbir anlamı yoktur.

4 Mart 2011 Cuma

bize gelsenize wii oynarız


Bundan böyle her 'bize gelsenize yaa wii oynarız, eğleniriz, biz her hafta oynuyoruz. Geçen Ahmet'le Nermin'le oynadık çok zevkliydi' tekliflerine öyle kefal gibi atlamazsınız. Ben de diyorum ki bu wii'yi niye sevdi insanlar bu kadar. Ayakta efor harcadığın bir oyunu kim neden oynar diye. Oyun oynamanın zevki oturduğun yerden aksiyona geçmektir çünkü. Meğer wii'nin marifeti başkaymış.

Oyunun birincisinde bunlar oluyorsa ikincisinde neler olur kim bilir? İlk çıktığında vibratöre benziyo lan diye dalga konusu olmuştu, hayaller gerçek mi oldu?

Diğer yandan bu oyun kesinlikle örf, adet, ananelerimize terstir. Esra Erol'dan wii'nin kapatılması için dava açmasını bekliyorum. Böyle terbiyeszlik böyle ayıp birşey görmedim. İnsanoğlu nereye gidiyor? Bu aile ahlakını bozacak wii neden hala ülkemizde satışa sunuluyor.

Bizde en fazla bunun wii 3 child versiyonu çıkabilir. Sayın başbakanım, buna bir el atmayacak mısınız?

3 Mart 2011 Perşembe

bir kedi yeter!



-hey sen burdan hızla geçen 3 kedi gördün mü?
-şu tarafa gittiler dostum

Hayatı ve kafaları güzelleştirmek için bir kedi yeter. Bu video kanıtıdır.

1 Mart 2011 Salı

e yeter kapatıyoruz


Şimdi bu blogger olayına çok sağlam sallayıp böyle okkalı küfür edesim var ama salı mübarek gün etmiyorum. İçimden saydırıyorum.

Diğer yandan; 3 ay ömrü kalmış adama 6 sonraya MR tarihi veren, 13 yaşında tecavüze uğramış kız için 7 yıl sonra 'isteseydi karşı koyabilirdi' kararı çıkarıp tecavüzcülerine ceza indirimi uygulayan, azılı katilleri baş üstünde tutup, sadece düşündüğü için insanları ömür boyu dört duvarın ortasına koyan bir ülkede neyin ve kimin adaletinden, sisteminden kime yakınacağımı bilemedim. Yasayı eleştirmeye kalksam, interneti ulaştırma bakanlığına bağlayan bir düzen, her yeni site kapandığında makam arabasıyla zafer turu atıp, krallığında yemekli şölen veren Binali Yıldırım var karşımda.

Umutsuzluğunu, adaletsizliğini, bu ülkenin ağırlığını bir gram hafifletmek için bir araya gelemeyip, şakalarla hafiflemeye gelen hepimize kapak olsun bu karar sadece. Klavye başında kendini çok özgür hisseden, sokakta giyemediğimiz mini eteğimizi kıçımıza geçirip poz verince, meydanlarda söyleyemediklerimizi etrafımızda 300 500 kişiye söyleyince, sokaktaki insanın menüsünde bu akşam ne var acaba diye düşünmeden bu akşam neler yiyeceğimizin resmini ballandırıp koyunca, geçen hafta kocası tarafından öldürülen 7 kadını görmezden gelip ilişkiler hakkında tespitler yapınca sandık ki özgürlük parmaklarımızın ucunda.

Parmaklarımızın ucunda sadece bok var. O derece boka battık çünkü. Şimdi ülkede hiçbirşeye işlemeyen adalet(!) kimseyle hiçbir alakası olmayan blogger'a işliyor.

Nedeni ise tam bize uygun biçimde trajikomik: Kaçak maç yayını.

Hu huuu, insanın, hayvanın, evinin üstündeki katın, elektriğin, elektroniğin, suyun, yolun, sigaranın, içkinin, parfümün ve bir uzun listenin kaçak olduğu bir ülkedeyiz. Ülkeyi kapatın o zaman. Mahkeme kararıyla Türkiye kullanıma kapatılsın. Zaten öyle gibi birşey oldu bari stres olmayız. Alırız çekirdeğimizi otururuz legal yayınlanan dizilerimizi, evlilik programlarımızı izleriz.

Neymiş sıra herkese gelecekmiş.

Sizi kapatıcaz derken sadece kafasının kapanacağını sanan kalabalığa da selam olsun buradan.

Şimdi diyeceğim çok şey var ama sağ tarafımda bi uyuşma başladı. Düzelince devam edeceğim ikraha.