27 Nisan 2011 Çarşamba

yemeyen kaldı mı beyler?




Birileri zengin olsun diye bu kadar saçmalanır mı yeaa? İsteseydiniz verirdik biz cebimizde kalan son parayı da. Kanala gerek yoktu. İstanbul'dan yemeyen kalmasın. Taşı toprağı bittiyse suyuna banın.

Gerçi bir ülkenin başbakanı Şahan skeçiyle aynı vaatleri veriyorsa o ülkeyi çok ciddiye almamak lazım. Şahan'ın 2008 yılındaki birebir aynı vaadi veren skecini de aşağıdan izleyebilirsiiz.

http://www.youtube.com/watch?v=_N0RUD-tEZY&feature=player_embedded#at=148

Sana dün bir tepeden baktım yazık İstanbul.

25 Nisan 2011 Pazartesi

punk is not dead, neşe doluyor insan



Stadlarda da böyle şarkılarda böyle gösteriler yapsalar minikler hiç üşümez. Pogo yapar ısınırlar.

19 Nisan 2011 Salı

türkiye'nin ilk emo'suyum


Birçok insan tarafından az daha bed biri olsam kazulet olarak anılacak olsam da aslında içimde bir yerlerde çok kırılgan ince biri var. Valla bak. Hatta eskiden Afrika'daki çocuklara üzüldüğüm için ülser olmuştum ama kimseye inandıramamıştım. Yani söylememiştim bile daha doğrusu. Çünkü büyük şehri onlara yardım için terketmiş çilli bir misyoner olmadığım sürece Afrika'ya üzülemem diye düşünüyordum. Yani öle inanç vardır ya insanlarda. Afrika'ya bir tek rahibeler ya da sarı kızıl tüylü Avrupalılar üzülürmüş gibi.

Afrikaya üzüntüm şöyle başlamıştı. Lise ikideydim sanırım. Afrika ile ilgili korkunç çocuk ölümlerini gözler önüne seren bir belgesel izlemiştim. Bir çocuk daha çekimler sırasında açlıktan ölmüştü. O belgeseldeki gözlerinde sineklerin yürüdüğü karnı şişmiş çocuklar günlerce hatta haftalarca gözümün önünden gitmedi. Aklımı yitirmiş gibi duvara baktığım günlerin sonunda da inanılmaz derecede midem ağrımaya başladı. O zaman ki yengem şimdi ki kankim yani birleştirirsek kanyem sağolsun dünyanın en gamsız insanı olarak beni mide ağrımın artması üzerine geceni bi vaktinde doktora götürdü. Gamsız diyorum, bir gamı vardır elbet dünyada olmayan insan yok ama en sevdiğim hayvan tavuk, çevirmesine bayılıyorum diyebilecek kadar gama sahip diyelim. Gam anlayışımız farklı yani.

Neyse gittik doktora dedim işte midem ağrıyor. Hmm dedi muayene etti ağrının tarifini sordu sinir stres yaşadın mı felan dedi. E tabi ben Afrika'daki aç çocuklara çok üzülüyorum diyemedim yukarda anlattığım sebepten ötürü. Bir de adam doktor, sınır tanımayanlar düşünsün sana ne oluyor diyebilir diye düşündüm. Yani aslında tam dicektim, açacaktım kendimi de "liseli misin sen?" dedi. kanyem atladı "hee" dedi liseli. Doktor yapıştırdı cevabı "e tabi üniversite hazırlık stresinde böyle stres kaynaklı mide ağrıları ülser gastrit gibi problemlerle karşılaşıyoruz." Kanyem de bakıp "keh keh keh evet evet ondandır" dedi. "Tam stresli zamanları tabi" dedi. İkisi birbirlerine bakıp garip bi şekilde bu dosyayı da kapatmanın rahatlığıyla kehkehkeh diye beşlik simit gibi gülüştüler. Ben de öle baktım sadece.

Bana bi ilaç verdi mandadeviren plus, o yazı yatakta gökyüzüne bakarak geçirdim. En ufak bir sinirlenme de streste elektrik verilmiş gibi kasılıp kendimi yatağa atıyordum. Şimdi bile inanılması zor şaka gibi bir hastalıktı. -Var böle şaka gibi hastalıklar. Bir kere uzun süre görmediğim arkadaşım beni aramıştı naber yaa nasılsın diye şakalı esprili konuşurken aayy sorma ya şekerim ben de verem oldum dedi. Ben de hahahaha ah canım nooldu kim verem etti seni dedim. O da yok lan gerçekten verem oldum hastanede yattım 3 ay demişti mesela. Şaka gibi hastalıklar dosyamda sakladığım bir anımdır. Evet böyle dosyam var. Bir tane daha anlatayım mı? Arkadaşımın dedesi albino olduğu için soyadı kanunu zamanında akbay soyadını almış mesela. Şaka gibi hastalık hikayesi.


Şimdi nereye geleceğim. O zaman ki gibi bir ruh halindeyim son zaman. Şimdi ki gerekçem ise gelecekten umutsuz olmak. Ama geleceğinden umutsuz olmak aslında elle tutulur bir mutsuzluk nedeni değilmiş gibi ya "nooldu lan" diyince yaa geleceğimden umutsuzum etrafımda olan herşey beni çok üzüyor diyemiyorum. Eşşek kadar kadınım ne öyle emo gibi. I don't belong here mı yazayım duvarlara. Cif'le küvete yazıyorum ovmadan önce gerçi, kimse görmüyor.

Tee Afrika üzüntüme aldığım tepkiden sonra da kendimi önemli bişe olmadığına güdülüyorum. Çocukluktan aldığım terbiye bu çünkü artık. Umutsuzluğumdan kaynaklanan mutsuzluğumu reglime, kahkülümün tek tarafının yukarda durmasına -üstelik maşa, düzleştirici, fön demeden yukarda duruyor.- fazla çikolata tüketmeme, havalara, istediğim tecavüz model BMW'yi alamama falan bağlıyorum. Akşamları çekirdeğimi alıp dizilerin karşısına oturuyorum, gece yatarken ise yarın sabah ne giyeceğimi düşünüyorum. Sabah kalktığımda ise o düşündüğüm şeyi giyinmeyip birkaç kıyfeti giyip çıkarıp yine hep giyindiğim kombinasyonu giyiniyorum. Arada bazı hücrelerim birkaç kelam birşeyler yazıp, birşeyler çizmek istiyor ama hemen susturuyorum. Ütü yap, lavaboyu ov, buzdolabını temizle komutlarıyla biniyorum hücrelerimin üstüne vuruyorum kırbacı, vuruyorum kırbacı. İyi oluyor hücrelerim hemen kendine geliyor. Öyle küçük bir hücre olup başkaldırmak, farklı birşeyler söylemek ne demekmiş gösteriyorum onlara. Çoğunluk böyle istiyor hücre efendiiii, kendini ne sanıyorsun sen. Ben senin karşına 1 milyon hücre çıkarmayı da bilirim ama bağışıklık sistemim bozulsun istemiyorum diyorum, korkutuyorum. - Teşbihin bokunun çıktığı an-

Çok üzülüyorum olan herşey için. Valla bak. İnsanların gözlerinin içine baka baka söylenen yalanlara, birisi bıçaklanıp can havliyle bağırırken yanından geçen adamın aymazlığına, gençliğinin en güzel yıllarını stres altında geçirdiği yetmiyormuş gibi hile hurda ile hakettiğini bile alamamasına, karşına hayatı boyunca çıkacak eşitsizlikten önce 10.000 genç çıkarılacağına, birilerinin görmezden gelinip, ucube suretlerin ağızlarının köpürerek her akşam televizyonlarda hırlamasına, dayak yiyen öldürülen kadınına, çocuğuna, sırtında binlerce ağırlık taşırken günde 12 saat hiçbir güvencesi olmadan çalışan adamına.

Bir tek şairlere ve sürgünlere özel birşeymiş gibi ya insanın memleketi için üzülmesi o yüzden bana bile çok inandırıcı gelmiyor üzüntüm bazen. Yok lan diyorum tam yumurtlama dönemimdeyim o yüzden böleyim diyorum.

Ve hatta canlı canlı şahit olduğum Melih Gökçek Ankara Kedisi dansı bile keyfimi yerine getiremedi o gün. Ama yine de sizin getirsin diye fotosunu çektim.

Blogspotun açılışının şerefine bu yazıyı yayınlayayım dedim. Yani habire açılıp kapandığından her açıldığında onun şerefine yayınlamış gibi oluyorum. Sonra kapanıyor. Yine açılıyor yine onun şerefine yayınlıyorum. Yani öyle bişeler. Ayrıca fotoya balona gerek yok gözler herşeyi açıklıyor.

11 Nisan 2011 Pazartesi

bir kedi yeter!


Hayatı ve kafaları güzelleştirmek için bir kedi yeter! Hele bir de enerjisini koltuklarınızı yırtıp perdelerinizi parçalayacağına yoga yaparak atanına denk gelirseniz hayat size güzeldir. Denk gelemezseniz size yoga tavsiye ediyoruz. Sinir atımı bakımından. (Ben hiç denk gelemedim. Şu an ki piç Ozzy evde berjerin tekini yemekle meşgul. Yarıya kadar yedi zaten berjer oldu mini koltuk. amk piç.)