30 Eylül 2012 Pazar

ergene son davası

Her sene 3 kez kötü kelime şakası yapma hakkım var. Bu başlıkta ilkini kullandım. Kaldı iki.



En beğendiğim bölümler:

Gösteriverem ben sana sinirli yanımı.
Benim de eniştem polis ve teyzemin kocası eniştem
Eniştem benim astsubay




En beğendiğim bölümler:

Neskuik şirketiyle ortak çalışıyorum.
Vehbi'den özür diliceksin.
Abine Furkan'la çıktığını söylerim.

25 Eylül 2012 Salı

nedir sizi buraya getiren şey?



İnsan hayatı üzerine bir kategorilendirme yaptım. Kategorilendirmeyi çok severim çünkü. Evde kitapları türlerine değil, renklerine göre dizerim bir de. Maviler mavilerle, siyahlar siyahlarla veee beyazlar beyazlarlaaa... Bu küçük sırrımız aramızda kalsın, sonra sizi arka bahçeye gömmek zorunda kalmiim.

Neyse, kategorime göre şöyle bir sonuç çıktı:

Hayatında 15-22 yaş arası dünyayı değiştirebileceğine inandığın,
22-29 yaş arası hayatını değiştirebileceğine inandığın,
Ve 30'dan sonrakiler ise tüm değiştiremediklerin karşısında kendini değiştirebileceğine inandığın yaşlar oluyor.

Yani anladığınız üzere 30'dan sonrasında bir boka sarma durumu söz konusu. E inançtan elinde kalan şey birşeyleri değiştirmenin hiç de kolay olmadığı olunca hafiften bir beyin ancuklaması yaşıyorsun, bir panikliyorsun tabi. Anlıyorsun ki değişime daha 20'li yaşlarında kendinden başlamalıymışsın, herşeyi en başından tersten yapmışsın. Geri de dönüş yok. Yaşlılığın göz kenarlarından sana el sallıyor.

Üstelik etrafındakiler de aynı durumda. Kimi kısa pullu şortlar giyerek, kimi tuttuğunu instagramlayarak, kimi kendini dağa taşa vurarak türlü deliliklerle bu durumdan kurtulmaya çalışıyor. Motosikletin kontrolünü kaybetmiş Bülent Serttaş gibiyiz. Dolayısıyla herkes aynı histeri krizinde olduğundan kimse kimseye yardım da edemiyor. Hayatta yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmeyen insanlarla birden alman hesabına dönmüş olmanın verdiği moral bozukluğu içten içe 'sen çok yedin az ödedin ama ben içki içmemiştim ki neden aynı parayı ödeyeyim' tilkiliğine döndüğünde ise bir sonraki sofra buluşmalarında herkese ayrı hesap açılıyor. Hatta ayrı masalardan birbirine kadeh kaldırır hale geliyorsun.

Sonra televizyonu açıyorsun kafan dağılsın diye. Artık standart gelen şehit haberlerini geçiyorsun. Sayı 10'dan azsa daha hızlı, fazlaysa üç kere "cık cık cık gitti yine gencecik çocuklar" iç çekmesiyle değiştiriyorsun kanalı. Bir diğerine bakıyorsun kocaman kelli felli adam yanaklarını ellerinin arasına almış "evrenden gelen iyi enerjiye açığım, o enerjiyi bekliyorum" diyor. Aaa deli, bunun çocuğu eşi yok mu diyip üzülüyorsun. Hadi bir umutla zap yapıyorsun bir sevişme sahnesine denk gelirim belki diye. Bir bakıyorsun aynı masada Pelin Batu ve Nihat Doğan ünlü olma kavramı üzerine konuşuyor. Pelin'deki entel naiflik sendromundan kaynaklanan titrek ses tonu, Nihat Doğan'ın cahil boğaz düğümlenmesi tınısıyla birleşiyor. Kafan dağılıyor. Ama odaya. Her bir beyin parçan duvarlardan yavaşça aşağıya akıyor.

Sonra için daralıyor, koşmak istiyorsun. Ve kendini o senelerdir içten içe yakıştıramadığın psikolog koltuğunda buluyorsun.

Evet Atgötten hanım nedir sizi buraya getiren şey?

Ağzından varoluşun derin problemleriyle ilgili öyle sözcükler çıkacak ki entellektüel buhranın kulaklarından fışkıracak derken o üç sihirli harften oluşan kelime yavaşça dökülüyor dudaklarından:

Don.
Evet don...

Yukarıda dramatize ederek gözünüzü boyamaya çalıştım. Ayyy kız dünya meselesinden delirmiş diyin istedim. Ama görünüşe göre tek sorun don yıkamakla alakalı. En azından şimdilik öyle görünüyor. İlk başta daha evrensel girdim ama sonunda kendimi donlardan bahsederken buldum. Donlarla ilgili derin problemlerimi anlattım. Her yerim don dedim. Bu donlar beni değiştirdi e tabi değiştirince fobik durumlar ortaya çıktı dedim. Sülalemin donlarını ortaya döktüm, renklerine kadar anlattım. Kızcağızın diplomasını aldığı güne lanet etmesini sağladım, beynini siktim. Zavallı dinledi, dinledi, dinledi bir yerinde kaykılmadı, esnemedi mübarek. Çok iyi bir insan. Herkese tavsiye ediyorum.

Bu hafta az daha entellektüel sorunlar yaşıyormuş gibi olsun diye aldığımız her kitabı ilk önce eşim okuyor sonra anca bana kalıyor gibi şeyler anlatmayı planlıyorum. Ama dönüp dolaşıp yine dona da gelebilirim bilmiyorum. Gerçi ilk gittiğimde 'Hanfendi dinledik gerizekalı çıktınız.' diyecekler diye çok korkuyordum. Neyse ki gerizekalı çıkmadım. Don problemini de çözeceğime inanıyorum. (He yukarıdaki kitap ayırma durumu psikolojik bir problem değil. Görsel zaka ve hafiza ile ilgili. Gerçekten.)

He yazmıyorum yazmıyorum durum bu yani. İnce ayar çektiriyorum. Bir de yazmak istiyorum ama yazamıyorum çünkü bilgisayarım bozuldu. Kendisini akşamları çekirdek yerken tepsi olarak kullanıyorum şu ara. Hatta o şekil bir laptop kapağı üzerine çalışıyorum. Laptopların üstünde bir tarafına çekirdek diğer tarafına çekirdek çöpü koyabileceğin boşluklar olsa teknoloji daha bir anlam kazanmaz mı sayın Zükenberg?

(Video benden size armağan. Mesela böyle Hulk olsam ağzına ağzına vursan Nihat'ın piskoloğa gerek kalmaz pırıl pırıl olurum.)

6 Eylül 2012 Perşembe

bir kedi yeter!



Aklını, sağduyusunu, haysiyetini yitirmiş bir dolu insanın tersine koşan bir kediden daha anlamlı birşey olamaz. 

İnsan olabilmek için bir kedi yeter. O nereye koşarsa sen oraya koşsan, bu hayatta 6-7 Eylül olaylarında yapılmış yanlışı yapamazsın.