10 Aralık 2012 Pazartesi

romantizm mi arıyorsunuz?




İnsanlık olarak bu yüzyılda mutsuzlukta top 10 listesinde 1 numaraya varmamızın nedeni hayatımızda hiç birşeye karşı romantizmin kalmaması. Mesela sevgilinize bir çiçek alın, mum ışığında yemek yiyin, kulağına güzel sözler fısıldayın...

Şaha lan şaha tabii ki Ayşarman tavsiyesi vermicem. Daha derine işlemiş lekelere nufüs edecek bir romantizmden bahsediyorum. Herşeye karşı duyulabilecek romantizmden. Bir arkadaşa, ananenin parmağına, kediye, tabloya, kitaba, yolda önüne düşen tüye, minibüsçüye, taksiciye... -Taksiciyi iptal ediyorum. Hiçbir taksici romantizmi haketmez. En iyi taksici aslanlara atılmış taksicidir.- Devrimlere, ince hastalığa yakalanmaya, bir insana gizliden gizliye aşık olup geceleri yatarken hayallere dalmaya, bir yastıkta kocatmaya, denizler için şarkılar yazmaya, bir kolyenin şans getirdiğine inanmaya sebep olacak, geçtiğimiz yüzyılların romantizmden. -Ne uzattım ha, 27. yaşlılık belirtisi-

Bu düşündüğüm şey de çok önemli bir çıkarımmış gibi hemen inandım. -Kendi söylediklerime hemen inanırım çünkü.- Dedim ki bundan böyle o kaybedilen romantizmin peşindeyim. Tuvalet kağıdına uzanırken bile naiflikten titreyecek kıvama gelene kadar da yılmayacağım, kendimi eğiteceğim.

Üstüne bir de Bozcaada'ya yolum düştü. O her bir sokağında insanların romantizm dekatlonuna katıldığı ortamda bu çıkarımımı tatbik şansı yakaladım tabi. Kapıların fotoğraflarını mı çeksem, beyime yeniden aşık mı olsam, martılara şiir mi yazsam, geçmiş hayatlarını orada geçirmiş insanlara yalakalık mı yapsam, ne tür bir romantizme koşsam diye düşünürken eski eşyalar satan bir tükkana rastladım. Heyecanlan attım kendimi içeriye. "Ah çiniler, vah bastonlar ne kadar yaşanmışlar. Sahipleri yaşlanmışlar ama onlar oldukları gibi kalmışlar. Ardında hüzünlü eşyalar bırakmamalısın, hiçbir şeye sahip olmamalısın Atgötten "-ama dödüğünde o ikea dolabı aldıktan sonra tabi.- diye diye dolaştım dükkanı. Takdir edersiniz ki içimdeki romantizmin tam karşılığı olduğunu düşündüğüm şeye rastlamam fazla sürmedi.

O da neydi?
1939 yılından Fransızca yazılmış bir kart...

Bir yüzünde birbirine sarılmış iki sevgilini fotoğrafı. Önlerinde bir çiçek. Arkasında güzel bir el yazısıyla ince ince işlenmiş Fransızca sözcükler...

Bende lö tansiyon arttı tabi. Hemen bastırdım aldım. 39'dan kalma bir aşk benim himayem altındaydı artık. Birbirlerinden savaş yüzünden ayrı kalmışlardı kesin. Adam kadını hasretle özlediğini küçük bir dükkandan aldığı bir karta yazmış, kadın cevap olarak onsuz uyuyamadığını ince yazısıyla naifçe kaleme getirip, gözleri nemli bu kartı göndermişti. Ama adama hiç ulaşmadı. Postacı yolda baskına uğradı ve tüm postalar arasından yanına bir tek bu kartı aldı. Sonrasında savaştan kaçarken kendini önce İtalya'da ardından Yunanistan'da buldu. Ordan da Bozcaada'ya yerleşti. Ve orada hayata gözlerini kapattı. Adam kadından cevap gelmemesine aldırmadı. Birbirlerini ölene kadar sevdiler.

Yani ben okuduğumdan böyle bir aşk olduğunu hemen anladım. Lö diyordu çünkü.

Ben bu kartı vay be arkadaşım ne aşkmış iç burukluğuyla çok değerli kara kaplı defterimin arasına koydum hemen. Bir Fransız arkadaş bulunca da çevirtirim dedim. Gel zaman git zaman aradan 1,5 yıl geçti. Bana yaklaşan tipini tuttuğum ilk Fransız'a da bir cesaret çevirsin diye verdim kartı. O ince el yazısını gözlerini kısarak okuyup hmmm hööö diyerek önce anladı sonra da İngilizce'ye çevirdi. Her hööö mööö de daha da heyecanlanırken mektupta ne yazsın ya!

"Cannes'daki arsayı sattım, çocukları da annene bıraktım, komşumuz lö koca memeli Luli ile le Fiji kıyılarına gidiyorum." 

Tarzında ama tam olarak böyle değil. Ama böyle yazsaydı daha az üzülürdüm. Meğersem mektubu bir kadın başka bir kadına yazmış. Bayaa günlük "Nice'de pazara gittim korselerde büyük indirim vardı. Madam Pijavu ile oya yapıyoruz, sohbet ediyoruz ay bir şakalar çok eğleniyoruz." tarzında şeyler yazıyormuş. Öylesine kart gönderesi gelmiş kadının işte. SMS yok ya o zaman.

O an her Lö diyen Fransız'ı büyük aşık sanmamam gerektiğini, Fransızca'nın da aşk dili değil, geyikçilik dili olduğunu anladım. Sıçarım böyle romantizmin içine dedim.

Sonra üzerine hafta sonu Gümeri Civaoğlu'nu Fransız iki kadınla görmeyeyim mi!? Yanımızda jööö maaapiii şeklinde yaşına başına bakmadan konuşuyordu. Bir ara kadınları karıştırıp bizi arabasına davet etti. Biz de "Karıştırdınız Bekir Coşkun Bey Pako'nun ölümüne çok üzüldük." dedik. Sonra ulan bütün gece keşke Civa'ya Coşkun Bey diyip Pako aşağı Pako yukarı sorsaydık diye kendi kurmaca hikayemize güldük. Gül gül öldük.

Fransızca konuşmayı Edith Piaf dışında herkese yasaklıyorum.