10 Eylül 2013 Salı

'kardeş türküler'in neresindensin?


Anadolu! Binlerce yıldır yüzlerce kavimin, toplumun, inancın bir arada yaşadığı aziz topraklar. Bir kahvenin kırk yıl hatrının olduğu, misafirperverliği, hoşgörüsü, içtenliğiyle sizi bağrına basan insanların toprakları.

Bu koskoca yalan söylemle evlerdekiler birbirini tutmuyordu. Herkesin birbirinden bir alacağı, deneyimlemediği ama çok iyi bildiği bilgiler vardı. İnsanların birbirinden nefret ettiği bir toprakta yaşadığımızı öğrenmem çok uzun sürmedi. Koca kara parçalarından mahallelere nasıl da ihraç edildiğimizi ve kendi ırkımızdan, dinimizden, dilimizden insanlar arasında sosyalleşmeye itildiğimizi çok küçük yaşta öğrendim.

Apartmanımızın çapraz mahallesinde -ki yaklaşık olarak 100 metreye tekabül ediyor- Kürt mahallesine hiç girmedim mesela. Mahallenin tüm çocukları için redzone'du orası çünkü. Kürtler kim bilir bize neler yapardı.

İki mahalle altımızda Romanların yaşadığı mahalle de vardı. Kürt mahallesine girdiğinde şansın varsa kurtulabilirdin ama Roman mahallesine girersen seni çiğ çiğ yiyecekleri kesindi. Romanlar kaçırdıkları çocukları ve kendi yaşlılarını yerlermiş çünkü.

Sonra bizim mahallemizde annesi açık babası eski solcu bir aile vardı. Kızlarıyla arkadaşlık etmemizi aileler zinhar istemezdi. Bir kere yaz günü mini etek giyiyor erkeklerle de arkadaşlık kuruyordu küçücük kız. Böyle dinsiz bir aile diğer bütün mahallenin çocuklarını yoldan çıkarabilir bizden kızıl ordu kurabilirdi pekala.

Yıllardır komşuluk yapılan tüm mahallenin senelerce bağrına bastığı iyi bir ailenin ise Alevi olduğu ortaya çıkmıştı. Onlarla en çok görüşen aile dostları bu gizli bilgiyi öğrendikten sonra bir daha da görüşmedi. Muhtemelen senelerdir onların elinden yedikleri yemekleri düşündükçe de mideleri bulandı. Böyle bir yanlışı nasıl yapmışlardı.

Sonra Balkan göçmeni komşularımız vardı. Öyle herkesler gibi kimseyi evlerine şıp diye almadıkları için gavur soyu oldukları kesindi. Susuz kaldık desen bir bardak suyu gözünün önünde içer sana da gıdımından vermezlerdi.

Geriye bizden olan Karadenizliler kalmıştı. Ama onların da hepsi sevilecek şey değillerdi. Oflu şeytana ayakkabısını tersten giydirir, Rizelilere güvenilmezdi. Bu durumu aynı şehrin köylerine kadar indirmek de mümkün ama bol nefret söylemli sohbetlerden aklımda o kadarı kalmadı.

Köydeki büyük büyük dedenin ölmeden önce tüm aileyi toplayıp gözleri nemli, kahırlı bir şekilde Rum dönmesi olduğumuzu açıklamasından sonra ise kendimize bile güvenimiz kalmamıştı. Sonuçta dönmüş de olsak Rumların kötü insanlar olduğu kesindi. Oysa açık tenimiz, yeşilden elaya devrilen gözlerimiz ve kemerli burunlarımıza rağmen Orta Asya Türklerinden olduğumuza emindik. Allah taksiratımızı affetsindi.

Bunlar çok küçük yaşlarda yaşadığım çevreden edindiğim bilgilerdi. Sonra büyüdükçe ve farklı kökenlerdeki insanların içine girdikçe bizim gibi pürü pak insanlardan da hazzetmeyen başka insanlar gördüm. Ve oldukça şaşırdım. Çünkü en doğru insanlar şüphesiz bizdik.

Mesela Egeli bir aileden arkadaşım için Lazlar Kürtlerin deniz görmüş haliydi!

Küçük dayım bir Alevi güzeline vurulunca ailesi vermemiş, sevenler de mecburen kaçmışlardı. Bu durumda Sunniler: 1 Aleviler: 0'dı. Aleviler büyük bir darbe almıştı. Yengemin annesi senelerce beni büyük oğluna alıp maç sayısını eşitlemeyi hayal ettiyse ve her fırsatta dile getirdiyse de kısmet işte olmadı. Birkaç yıl sonra dayımla yengemin çocukları olunca rekabet ninnilere indi. Annesi babası ateist bebeğe, Alevi ninnilerinin söylenmesi yengemin akrabaları tarafından salık verildi.

Geçtiğimiz yıllarda Antep'e giden bey ise turistik şehir çocuğu olarak kafasına poşu bağlayınca bölge halkı tarafından uyarıldı. Çünkü poşuyu Kürtler takardı ve Türkmen Araplar'ın yaşadığı bir bölgede böyle dengesiz hareketler pek hoş karşılanmazdı.

Annesi Rum babası Ermeni bir çocuğun aile içindeki ufak çatışmalarının hikayesi ise benim için çok şaşırtıcıydı. Ermeniler ve Rumlar bile kendi aralarında ciddi kavgalara tutuşmuşlardı. Hala da fırsat bulduklarında birbirleriyle atışırlardı.

Daha devam etsem burdan Paris'e yol olurdu. Nihayetinde kimsenin kimseyi sevmediği topraklardaydık.

Geçtiğimiz gece açık havada oldukça kalabalık bir ekiple sahnede türlü türlü yörelerin, insanların şarkılarını, türkülerini söyleyen Kardeş Türküler'i, püfür püfür rüzgar, çay, sigara eşliğinde dinlerken bunlar geçti aklımdan. Kürtçe, Ermecine, Lazca, Rumca, Arapça, Makedonca, Romanca şarkıların anlamlarını ekranda okudum. Aynı acılara, aynı aşklara, aynı toprağa benzer ağıtlar yakmışlar, türküler atmışlar, şiirler yazmışlardı.

Birbirlerini sevsinler ya da sevmesinler hepsi nihayetinde insandı.

Can Yücel..

Can Yücel bitirişi yapayım, yazıyı böyle kapatayım isterdim ama yan koltukta oturup bütün konser boyunca ağıt, şiir demeden seri bir şekilde ÇAT ÇAT ÇAT akustiğinde çekirdeğini çitleyen teyzeye ikrah etmeden bitirmeyeceğim.

Umut dolamadım teyze senin yüzünden. Senin yüzünden bunları düşündüm, kardeşliği kalmadı o türkülerin. Hiç mi acın olmadı, hiç mi için bişeye yanmadı?

Dilin şişsin teyze.
Nerelisin teyze sen?