17 Kasım 2019 Pazar

Kocan seni aldatıyor. Bir dost.


Bundan bir kaç ay kadar önce kankam yavruladı. Bir görseniz maşallah öyle tatlı bir yavru ki gülünce içimiz eriyor. Ancaaaak ağlayınca birbirimize bakıp biraz panikliyoruz açıkcası. Çünkü sanırsın o an yavrumuza biri yumruk atmış. Öyle bir bağırma. Neyse ki günler geçtikçe ve Google'a sordukça bu zeki yaratığın tüm ilgileri üzerine çekmek için böylesine feryat figan bağırdığını öğrendik de artık yemiyoruz. Bırakıyoruz bağırıyor. Şaka şaka, kankamın hafif gözleri nemleniyor benim az tansiyonum düşüyor ama yanımızdaki tecrübeli anane sayesinde kısa sürede her şey normale dönüyor. Yani yanına uğradığım zamanlardaki durumumuz bu. Kısa süreli duygu durum değişikliğine bir süre dahil olup evime dönüyorum ve stabil duygu durumuma devam ediyorum. Ancak kankam aylardır bu roller coaster'ın içinde. Allah yar ve yardımcısı olsun.

Bu arada yakın zaman içinde yavrulayan sadece kankam değil, neredeyse etrafımdaki tüm kadınlar sözleşmişler gibi bebek sahibi oldular. Aslında sözleşme kendi aralarında da değil, doğayla yapılmış bir sözleşme. Doğa ana aba altından benim yaşlarda herkese sopayı göstermeye başladı çünkü. 'Hiişştt tatlı kız, yavruladın yavruladın, yavrulamadın genlerini defterden siliyoruz.' diyor. Sen de 'Ama ben daha çoook gencim, önümüzdeki hafta konserdeyim, şimdi de arkadaşlarla birer drink almaya dışarıya çıktım, şu elimdeki içkiyi bitirseydim bari...' diyorsun ama o saatine parmağıyla tık tık tık diye vurup kafasını sallıyor. 

Çaresizce 'Şimdi mi, yarın mı, hemen mi?' diyorsun. O da 'Belki de geç kaldın bilemiyoruz.' deyip pis pis dişlerini cırtlatıyor.

O an tüm kadınlar şöyle oluyor: Hİİ GEÇ Mİ KALDIIIIIIM!!!!!

Bu sırada yanda arkadaşlarıyla drink almaya çıkmış, gevrek gevrek gülen sevgilinin bu diyalogdan haberi yok tabii. Keko gibi seneye Ziget Festival'e gideceğini sanıyor. Çünkü onda sprem bol maşallah. 70'ine kadar yavrulayabilir. Acelesi yok.

Ancak hayat sürprizlerle dolu. Daha dün çılgın atan sevgilisi birden ona dönüp ' HADİ KALKALIM. GEÇ KALDIK.' diyip kolundan sürükleyip eve götürüyor. Erkek bir afallıyor 'Ya neye geç kaldık?' diyor. Kadın aceleye cevaplıyor 'Çocuk yapmaya tabii ki!'

Oooovvv!!! Bundan sonrası aşırı şenlikli. Çünkü bu aşamada çoğu erkeğin içindeki özgür ruh ortaya çıkıyor. Hayatında 'Hafta sonu kaçamak yapabileceğiniz yakın yerler' listesinde yer alan herhangi bir yere bile gitmemiş adamlar 'Ama hayatım ben dünyayı dolaşmak istiyordum' diyor. Kimi denizlere açılmak istiyor, kimi Tibet'te 7 yıl geçirmek istiyor. O zamana kadar yapılmamış bütün hayaller birden start alma noktasına geliyor. Hatta valla ağlayanı bile var. Ama nafile. Geç kaldınız bir kere. Geç kalamazsınız. Mümkün değil. Kan ter gözyaşıyla bu süreç atlatılıyor. Bir kısım çocuk rahimde bir kısım çocuk laboratuvarda dölleniyor. 

Şimdi tam burada filmi durdurup, biraz geri saralım. Kadının çocuk yapmamız lazım dediği yere gelelim. Bu aşamada erkeğin istemediği çocuğu yapmamak gibi bir seçeceği var aslında. İsterse 'Dünyaya bir bebek getirmek istemiyorum.' deyip bu konuda çok ciddi bir şekilde tavrını koyabilme şansı var. Ancak bunu yapabilen benim tanıdığım "2", sayıyla "İKİ" kişi var. Eşleri de kendi kararlarını kendileri vermişler. Biri ben çocuk sahibi olmak istiyorum deyip o erkekten ayrılmayı tercih etti. Erkek hala çocuksuz. Diğeri ise çocuksuz ama sevgilisiyle birlikte olmayı seçti. İkisi de çok mutlu hayatlarına devam ediyorlar.

Ancak çoğunluğa baktığımızda hikaye bu şekilde ilerlemiyor. Erkek yapmak istemediği çocuğu yapmamak için bir süre direniyor. Ancak bu pasif agresif bir direniş şekilde. 'Yapmak istemiyorum ama korunmayı bıraktık. Yapmak istemiyorum ama tedavi sürecindeyiz. Yapmak istemiyorum ama eşim hamile ve hatta yapmak istemiyordum ama şu an evimizde bir bebek var.' noktasına geliyorlar. Durum aşırı vahim çünkü bebeklerin geri iadesi de yok. Biraz vicdanlı biriyseniz bırakıp gidemiyorsunuz da. Dolayısıyla tebrikler, kendinizin ve onun hayatını cehenneme çevireceğiniz ay parçası gibi bir bebeğiniz oldu. Hayırlı ve geçmiş olsun.

Şimdi dondurduğumuz yerden kadınımızın hikayesine devam edelim. Döllenmiş bebek rahminde büyürken çoğu kadın çok mutlu. Çünkü doğa anamız sağolsun yapman lazım sopasını sallarken 'Ben sana elimden gelen desteği vereceğim.' sözünü de fısıldıyor. Öyle de yapıyor gerçekten. Salgılanan hormonlar sağolsun hamile kadınların hemen hepsi kafası güzel dolaşıyor. Hayatının en huzurlu ve mutlu günlerini yaşıyorlar. Üstelik yanlarında çocuk yapmak konusunda kafası karışık bir erkekle yan yana yatarak. Hormonlar bir yandan anne adayını sağlam tutmaya çalışırken kadının bilinçaltı kulağına bir yandan fısıldamayı ihmal etmiyor ama 'Unutma ki bu bebeği sen istedin. Dolayısıyla sızlanmaya hiç ama hiç hakkın yok.' Bu kulağa fısıldanan cümleler sonucunda kadın tüm hamileliği boyunca hayatında ve hayatlarında hiçbir şey değişmemiş ve değişmeyecek rolü yapmak zorunda hissediyor. Heyecanını, kafasındaki soru işaretlerini, korkularını, endişelerini ve hatta yorgunluğunu çocuğu birlikte yaptığı adamla paylaşmayı kendinde hak bile göremiyor. Çünkü o zaten istemediğini söylemişti...

Ancaaak asıl mesele anne bebeğini kucağına aldığında başlıyor. O noktaya kadar ben sana elimden gelen güzelliği yapacağım sen yeter ki doğur diyen şerreeffsiz doğa ana birden bire yok oluyor. Onun derdi buydu çünkü zaten: Gen aktarımı. Artık senin duygularının bir önemi yok. Çünkü o istediği her şeyi tatlı diliyle senden aldı. Genin devamı gerçekleşti. Hadi sana kolay gelsin!

Annenin vücudundaki unicorn hormonlarının geri çekilmesiyle birlikte gerçekler su yüzüne çıkmaya başlıyor. Bebek dediğin şey hep agu cugu deyip gülmüyor. Hatta o şekilde güldüğü sürenin toplamı ayda 10 dakikaya falan tekabül ediyor. Toplamda bok, çiş, ağlama krizi, geğirik ve kusmukla dolu birkaç ayın başlangıcı daha ilk günden anneye bir tokat gibi iniyor sağolsun. Ben böyle bir şerefsizlik daha görmedim. Zavallı annemiz lohusalıktı, uykusuzluktu, kusmuktu uğraşırken erkek ise hemen karşısında oturmuş kafasını sallayarak en iyi ihtimalle içinden şöyle diyor: 'Ben demiştim. Hayatımız bok oldu. Yaptığını beğendin mi?'

Kadının zaten kafasında Godzilla bebekler tepiniyor üzerine bir de bu tavrı hissettiğinde iyice içine kaçıyor. Gece uyandırmayayım, sonuçta ben istedim. Aman ağlatıp kafasını şişirmeyeyim sonuçta ben istedim. Dur şimdi ne kadar zor olduğunu itiraf edip onu haklı çıkarmayayım sonuçta ben istedim. Önüne gelen vücudum, sütüm, anneliğim hakkında konuşuyor ve hepsine ben cevap vermek zorunda kalıyorum ama sonuçta ben istedim. Ben bütün gün dört duvar arasında kafamı bebek bezlerine vuruyorum ama o konsere gidecek çünkü sonuçta ben istedim. Çok yorgunum, çok mutsuzum, bu yavruyu nasıl büyüteceğimi bilemiyorum ama kimsenin sorunu değil çünkü sonuçta ben istedim. Ben gece ve gündüz, gerekirse tek başıma bebeğime bakmak zorundayım sonuçta ben istedim. BEN İSTEDİM!

Ancak burada gözden kaçan büyük bir şey var. Eğer bir peygamber doğurmadıysanız bebeğinizi tek başınıza yapmış olamazsınız. Dolayısıyla o hiçbir şeyden haberi yokmuş, sizden çok önce bebek konusunda aydınlanma yaşamış gibi davranan eşiniz sizi büyük aldatıyor.

Çünkü o da istedi. Eğer sevgiliniz bir insan yaratmanın ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunu kavrayamayacak kadar cahil değilse, içinize ya da laborantın verdiği tüpe boşalırken doğa ananın seksi sesini dinliyordu: 'Genlerini saç, küçük bir sen yarat. Ölümsüz olacaksın.'

Ama size hiç çaktırmadı. O sesten hiç bahsetmedi. Çünkü bu kararın sorumluluğunu taşımadan hayatına devam edebilmek varken neden sizinle birlikte o bebek bokununun içinde boğulsun ki.

Modern bir kadın olarak hayatının sonuna kadar partileyebilecek, sırtında tek bir çantayla dünyayı dolaşabilecek özgürlüğe sahipken çocuk sahibi olmayı tercih eden sensin. Oysa o bu modern bakış açısıyla parıldayan zihniyle çocuğun çok demode bir şey olduğunun farkına varmıştı. Eve geldiğinde önüne gelen yemek, yıkanan çamaşırlar, ortak yaşamın verdiği maddi manevi rahatlığı devam ettirirken, toplumun suyuna gitmenin verdiği rahatlığı taşaklarında hissediyorken her şey çok güzel. Ama bu birlikteliğin meyvesine sıra geldiğinde herkes ultra modern bir bakış açısına sahip.

Yok canım yemiyoruz biz bunu. O çocukları pekala siz de istiyorsunuz. Ancak o çocuklar için hiç bişey yapmak istemiyorsunuz. O nedenle ilk sıkıştığınız yerde ben istemiyordum zaten kartını oynuyorsunuz.

Valla bravo biz de bunu yiyoruz. Desek ya doğduktan sonra madem evet ya çok zormuş hiç düşündüğüm gibi olmadı bunu yetiştirme yurduna mı versek acaba diye. Madem istemeyerek çocuk yapılabiliyor o halde biz de istemediğimizde geri iade edebilelim. Şu an annelerin içi sızlıyor biliyorum veremezsiniz. Ancak bu bir çocuğu tek başınıza büyütmeniz gerektiği anlamına gelmiyor. Bunu yapamayacak olmak sizi daha az anne yapmaz. Bir çocuğun sorumluluğu tek başına alamayacağınızı bağırarak söyleyebilirsiniz. Bu çocuğunuz sahipsiz anlamına gelmez.

Erkek toplumu her dönemde kendi kadınlığımızı bize karşı kullanmayı çok iyi beceriyor. Anneliğin kitabını bizden önce yazıp hepimize dağıttıkları için onların kaleminden okuyoruz senelerdir. Oysa anneliğin neresinin fazla neresinin eksik olduğunu en iyi biz biliyoruz. 

Aynı şekilde babalığın kitabını da onlar yazdığından gerektiğinde gururlu baba gerektiğinde ise toplumun baskısı olarak karşımıza çıkıyor babalık. Vay efendim erkeğin tek görevi döllemekmiş de geçmiş de babalık mı varmış da, erkek tek eşli değilmiş de, annenin duygusal bir bağı varmış da erkek o bağı sonradan kuruyormuş da... Bütün bunlar hep sizin götünüzden attığınız şeyler. Bir atgotten olarak götten atılan şeyleri yüz milyon metreden anlarım.

Bu nedenle beyler lütfen döllerinizin sorumluluğunu en az anneleri kadar almak zorunda olduğunuzun farkına varın. Yani zaten farkındasınız da bu kötü beşinci sınıf oyunculuğu bir kenara bırakın. Babalar bebeklerden daha fazla mızıldamasın lütfen. Memeler dolu. Size verecek meme de kalmadı. Taze bitti. Ayrıca bebekliğinizin üzerinden 30 küsür yıl geçti. En az.

Bir arkadaşımla yaptığımız 'Çocuk yapmalı mı yapmamalı mı?' oturumunda bana çok hoşuma giden bir şey anlatmıştı. Anne ve babası birbirleriyle çok iyi anlaşan iki sevgili ve arkadaşmış. Ancak hasbelkader ve sanırım yanlışlıkla arkadaşım dünyaya gelmiş. Arkadaşım anne babasının durumu çok iyi idare ettiğini, birbirlerine bakıp yapılabilecek hiçbir şey yok buna maksimum üniversiteyi bitirene kadar iyi bakacağız ve sonra hayatımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz deyip yollarına devam ettiğini söyledi. Söz konusu çocuk kendisi olduğu için biraz acımasız gibi gelebilir. Ancak duyduğum en sağlıklı ebeveynlik hikayesi bu bence. Ne de olsa birbirinize iyi günde kötü günde destek olacağınıza söz vererek aynı evde yaşamaya karar verdiniz. Yani bebek kötü bir haberse bile idare edilebilir. Şunun şurasında hayatınızın 25 senesinden bahsediyoruz. 

Kes! Mızlanma!

Sanki o 25 senede insanlığa yarar bir şey icat edecektin, Oscarlık film çekecektin de Nobellik kitap yazacaktın. Sanki Karayiplere taşınacaktın! Onu yapacak insan yapıyor zaten.

Çünkü babamın bir lafı vardır: Yaparsan olur.