29 Aralık 2010 Çarşamba

bir kedi yeter!



Hayatı ve kafaları güzelleştirmek için bir kedi yeter. Hem onlara çocuklarınızı da emanet edebilirsiniz.

Anneleri markete kadan gitti. İki dakka oturur musun didi. Otururum tabi didim. Nihayetinde kedilik ölmedi.

28 Aralık 2010 Salı

mahalleye atgottiş gelin geldi


Nihayet taşındım, işlem tamam. Biraz gömüklerim ağrıyor ama seneye daha iyi olurum diye düşünüyorum. -Bu espri Levent Kırca kontenjanından yapılmıştır.- Şimdi merak edenlere anlatayım, ev güzel oldu fena değil. Altta tatlı bi teyze var. Daha ilk günden faturalarını bize okutmaya başladı. Kapıyı çalıp oğlum ya da kızım kimi yakalarsa "şunu bir okusana bana" diyor. Okuyoruz, hayır duasıyla ayrılıyor. Mandalina almış bize taşınırken, öyle şeker bir teyze. İsmi de Kiraz. En sevdiğimiz isimlerden.

Esnaf var, heryerde delikanlı adamlar mevcut. Beyimle tanışmadan benimle göz kontağı kurmadılar sağolsunlar. Mahalle bakkalı var, içeriye giriyorsun arkada birşeyler yapıyor mesela "kimse var mıııı?" diyorsun, o arkada birşeyler yapmaya devam ediyor. Bayaaa bekledim. En son 10 yaşında leblebi tozu alırken bir bakkal tarafından o kadar bekletilmiştim. Güzel, hoşuma gitti.

Okul var hemen karşımızda, liseli çığlıkları yükseliyor o yüzden. Bu sabah mesela saat 7'de bir kız histeri krizi geçirerek ağladı. Tam kendimi dışarı atacaktım ama dediler kızım sevgilisinden falan ayrılmıştır o yüzden ağlıyordur önemli birşey değildir. Mantıklı geldi girdim içeri. Ama nasıl bir böğürmek birine bişe olmuş sanki. E sevinç, üzüntü, ayılık her türlü duyguyu coşkuyla yaşadıkları yaşlar. - Yeni taşındığım için böyle konuşuyorum tabi. Biraz zaman geçsin, o ağlayana saat 7'de böğürerek ağlamaya utanmıyor musun diye bir de ben çakıcam çıkıp-

Okul müdürü konuşmayı seviyor. Alıyor eline mikrofonu vırıvırıvırıvırı. O konuşuyor ben evden "atma hocam din kardeşiyiz" diye bağırıyorum, o konuşuyor ben sallıyorum. Lisede söyleyemediklerimi şimdi söylüyorum. Bir de bir öğretmen var, soprano. O ders anlatırken dışardan dinleyebilirsiniz. "Liseyi dışardan bitirdim" böyle birşey olsa gerek.

Sahile yakın, bu nedenle mütemediyen aşağı inip birşeyler içmek şart. Biz de şartlar gereği gittik işletmesi genç apaçiler tarafından yapılan bir sahil kafesinde oturduk. Karşında eksi İstanbul, fonda Apaçi FM. İşletmecilik denen meslek neden var anlıyorsun. Apaçi bitiyor, Karadeniz FM başlıyor. İstanbul'da mısın, Trabzon sahilinde mi karışıyor kafalar. Tostun içinde de sunta var. Harika suntalı tost yemek isteyenlere tavsiye ediyorum.

Konudan konuya atlıyorum; çift suntalı tostumu yerken ortamda müzik Türkçe Pop'a geçtiğinde Kenan Doğlu'nun sandığım ama sonrasında Murat Dalkılış'a ait olduğunu öğrendiğim "Kıyamadım" şarkısı çalmaya başladı. Allahım o ne sıkıcı bir şarkı yea. Sanki karşımdaki kolpa sevgilimden ayılırken beni sahtekar pezevenk sözleriyle daraltıyormuş gibi hissettim. Hemen kalktık. Sıkıntı bastı.

Hani böyle ayrılma konuşması yaptıktan sonra "çok büyük yanlıştasın" konuşması çeker ya karşındaki. Birden o doğru Ahmet olur, sen yanlış Mehmet. İçin sıkılır "yeaa bitse de gitsek" dersin ama kırmamak için de "sorun sen de değil bende" diye sallarsın. Öyle yapışık sevgili şarkısı.

Neymiş inceliyoruz. Bakın nasıl içiniz sıkılacak;

"Ölümcül aşklar vardır ya kaderi zorlayan
ben kader bekçisi oldum bir Tek toz kondurmadım"


Ölümcül aşklar nasıl kaderi zorluyorsa sen de beni zorluyorsun. Ayrılıyoruz hacı. Bitti bitti aşk bitti.

Kader bekçisi olmuş muş muş. Aferin sana, pazartesi gel törenle madalyanı takıyoruz.

"Sen şimdi gidiyorsun ya halimi bir gram sormadan
ruhunu unuttun galiba"


Na oldu hani çok seviyodun iki dakka da sattın "ruhunu unuttun galba" falan. Hemen laf sokmalar, hemen yargılamalar.

"Olanlara zor dayansam da lütfen şunu unutma
Dayanamadığın Anda katlanamadığım zamanda
Gururun son bulduğunda
Umarım orda olurum
umarım orda olurum"


Yeaa bir siktirip gider misin? Olma orda sen olma. Hu huuu ayrılıyorum zaten dönmücem. Döneceğim varsa da dönmem zaten artık. İçimi sıktın yeaa içimi.

"Gerek var mı sence
Kaçıp gitmek ne çare"


Güzel kardeşim gereğini sorgulamayalım. Bitti diyorum bitti. Kaçmıyorum da bak anlatıyorum sevgim bitti bi müsade diyorum.

"Zor durumlarda bile
Kıyamadım ikimize
Kıyamadım sevgimize"


Ve yine doğru Ahmet yanlış Mehmet dizesi. Tamam sen mükemmel bir insansın ben eşşoleşşeğim.

Bir de zor durumlar ne mesela? Biri Tyra Banks diğeri Cindy Crawford ikisinin arasında mı kaldın? Üzerine kızlar mı atladı? Benim bilmediğim, göremediğim hayranların mı var?

Valla sevgilisinden yeni ayrılıp aynen böyle düşünenler derneğinden özür diliyorum ama böyle ayrılık olmaz. He bende yaptım zamanında benden iyisini bulamazsın, döndüğünde burada olacak mıyım bakalım, seni benim gibi seveni bulamazsın gibi geyikler ama şimdi çok utanıyorum. Zamanı geri alabilsem tokalaşır, başarılarının devamını dilerdim.

Neyse yani durum budur. Taşındım, biraz değişirim diye düşünüyordum ama nereye dönersen dön götün hep arkandadır. İyice yerleşeyim yemeğe alıcam sizi. 600'ünüzü birden alamam tabi. En fazla 82 parça yemek takımım var. 82 82 alsam 3 ayda falan hepinizi ağırlamış olurum diye düşünüyorum. Hepiniz ayrı hediye alsanız züccaciye açarım, ortamdaki esnafa katılırım. Okul önünde öpüşen liselileri basarım.

Hayat dediğin şey başka nedir ki?

21 Aralık 2010 Salı

yaptın hayırı çık bayırı


Küçükken bize Sakine Teyze gelirdi. Uzuuun bir kadın olduğu için "Uzun Ömer geldi" diye haber verirdi herkes birbirine. İlk takma dişi onda gördük, yaşlı kokusunu onda tattık sağolsun. O gelince öpmemek için üç kardeş çil yavrusu gibi kaçışsak da annem bizi saklandığımız yerden çıkarır, zorla elini öptürürdü. O kadar zayıftı ki normal bir insan gibi durması için üzerine 17 pijama 40 hırka giyerdi. Tabii bunu ananem "Sakine hadi yıkayayım seni" diyince anladık. Soyunması yarım saat sürmüştü.

E dolayısıyla dillere destan bir çirkinliği vardı Allah affetsin. Hatta dayım küçükken günlerden bir gün Sakine yine kalmaya gelince ananem yer olmadığından onu dayımın yattığı çekyatın karşısındaki çekyatta yatırmış. Dayım uyanıp Sakine'yi görünce öldüm de kabir komşumla karşılaştım sanıp ufaktan kafayı oynatmış. Sonra sakine olduğunu anlayınca araya sandalyeleri koyup üzerine çarşaf germiş ki görmesinler birbirlerini. O derece bir zayıflık.

Zayıflığının yanında Sakine Teyze'de ciddi bir delilik de vardı tabi. Ben daha bebekken anneme geldiği bir günün gecesinde "bana süt ısıt gızıım" diye tutturmuş. Annem gecenin bir vakti kalkmış sütü ısıtmış getirmiş önüne. Tutturmuş mu "sen beni zehirlemeye çalışıyorsun" diye. Annem demiş "saçmalama Sakine Teyze niye zehirleyeyim seni!?" "Yok sen beni zehirlemek istiyorsun" Annem başlamış ağlamaya lohusa kadın. Çıkmış ananeme demiş "anne Sakine böle böle diyor deliricem gece gece" Tabi ananemin herhangi bir çocuğunun gözyaşına dünyayı yakacağından haberi olmayan Sakine soluğu bir battaniyeyle birlikte cebine koyulan taksi parasıyla taksinin içinde bulmuş.

İlk deliliği değilmiş bu çünkü. Ananemle aynı odada yatarken ananem camı açarmış - eserekli kadın- bu kapatırmış, ananem açarmış bu kapatırmış, ananem açarmış bu kapatırmış. Sabaha kadar zaman böyle biri uykuya dalana kadar diğerinin pencereye ayar çekmesiyle geçermiş. Çünkü Sakine misafir olduğunun farkında değilmiş. Çünkü o Sakine.

Peki annemlerin küçüklüğünden bizim küçüklüğümüze uzanan fenomen Sakine aslında kim? Hiç sorgulamadık. Niye soralım ki uzaktan bir akrabadır herhalde diye düşünüyorduk. Yıllar sonra alakasız bir muhabbette ortaya çıktı ki Sakine bizim hiçbir şeyimiz değil. Sokakta kaldığı bir gün ananemle karşılaşmış, gelininin onu dövdüğünü, yardıma ihtiyacı olduğunu, ramazanlarda zekatı ona verseler ne de güzel olacağını söyleyen bir kadın. Arada ortaya çıkıyor. Geliyor birkaç gün kalıyor. Ramazanlarda mahalleli zekatını ona veriyor. Gidiyor. Bir daha ne zaman geleceği, nerde oturduğu tam olarak bilinmiyor. Annem "tanıyoruz gelinini" falan desede aradan geçen bir 20 yılda hiç gelin melin görmedik biz. Gerçi ben Sakine'yi göreli de en az 6-7 yıl olmuştur. Zekat paralarıyla dişlerini yaptırmıştı. Vücudundaki en yeni yeri dişleriydi, parıl parıl. Yeni jant taktırmış külüstür araba gibiydi. Vay be demiştim Sakine Teyzeme bak.

Bana Sakine Teyze'yi hatırlatan ise geçtiğimiz gün Facebook'tan "paylaşalım" koduyla gelen, benimde "lan birine bi hayrı dokunur belki" diye FW yaptığım İBB'nin evsizler için aranabilecek numarasıydı. Normalde sosyal paylaşım sitesi aktivistliğinden hiç hazzetmem. Ama kan arayışları, kayıp çocuk vs'i geçemiyor insan. Neyse ben FW yapıp numarayı da kaydederek ulan belki bi evsize hayrımız dokunur diye düşünürken ertesi gün birinden cevap geldi. "Ben aradım -3 olmadan toplama yapmıyorlarmış" "La toplama ne?" dedim. Toplama kampına götürüp sabun mu yapıyorlar evsizlerden? Hayır yapalım derken sabun mu yaptık diye kahroldum. Bir de pek havalı şehirli arkadaşlarımdan "ulan evsiz adam istiyor mu bu yardımı bakalım boş boş işlerle uğraşıyorsun" diye azar işittim. "Ama ama" dedim gözlerim nemli "filmlerdeki gibi onlara çorba dağıtan gönüllü sarışın kızlar yok mu? Yakışıklı çocukla az sonra sevişmeyecek mi o sarışın?" Sonra da düşündüm gerçekten evsiz evsizliği kendi mi tercih ediyor, nasıl oluyor bu iş? Derken Allah'ın sevdiği kuluyum aşağıda linkini verdiğim yazıyla karşılaştım. Üstüne tünelde titreyen bir de evsizle.

Hemen "amca" dedim "iyi misin çok mu üşüyorsun?" (soruya gel, Reha Muhtar styla) Amca da bozmadı sağolsun "evet kızım hava soğuk" dedi. Dedim "amca belediyeyi arayalım mı bakım evine gitmek ister misin?" (kendini bilinçli sanan denyo vatandaş styla) "Yok kızım yeaa istemem oraya gitmek" dedi. "E nerde kalacaksın? Hava çok soğuk bugün" dedim (ısrarcı vatandaş styla) "Otel var para bulursam oraya gidicem" dedi. Aldım mesajı. Selamla ayrıldık birbirimizden.

Anladım ki artık nasıl bir yerse giden bir daha gitmek istemiyormuş arkadaş. Belki de -3'ü görene kadar yardım eli uzatmamaya alınmış bir tavırdır. İç işleri bakanı olsaydı ben size diyorum tıpkı kendini yere atan öğrenciler gibi bu evsizlerde bilerek isteyerek evsizliği tercih ediyorlar derdi. Yakında militan kız gösteride düşürmek için hamile kalmış da diyebilirler. Demiş olabilirler hatta.

Ama benim 2011'de hükümetten beklentim budur.

Berrin Karakaş'ın güzel haberi burada:
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=1032797&Date=21.12.2010&CategoryID=41

Sakine Teyze'den girip evsizden devam edip, 2011'le sonlandırdım. Çünkü doldum taştım. Ama dediğim gibin bu ara yazamıyorum gızıııım. Yazan yerlerim ağırıyor. Boya var gızııım temizlik var. Geçti bu konu demeyin gızıım biriktirdim gızım. Azını kırarım gızım.

17 Aralık 2010 Cuma

aradığınız kişinin şu an ağzına ağzına vuruyoruz



Size bekleme müziklerinin en etkilisini koyuyorum ki beklerken uykunuz gelsin ağzınızdan salya akadursun. Evet aradığınız kişi aynı anda ekmek parası için konkura hazırlanırken, ev taşıyor, ehliyet sınavına girmeye hazırlanıyor ve ağrıyan bacağıyla dans etmeye çalışıyor. Hırpalıyorlar yani arkadaşı.

İsterseniz daha sonra tekrar arayın. Ya da sıraya da girebilirsiniz. Şu an bekleyenler arasında 1. sıradasınız. Sizden başka kimse beklemiyor yani.

Hala burda mısın? Peki.

Bu Leonardo Di Caprio'nun kafa elma gibi di mi? Hele bu filmde bayaa amasya elması. Kız nasıl kurtuldu, herif dondu. E kız şişko tabi yağlarından kurtardı. Yoksa mümkün değil.

Bekleyin meni, Titanik'le bekleyin. İşlerimi bitiriyim harika şeyler anlatacağım nasıl gülecez, nasıl gülecez belli değil.

14 Aralık 2010 Salı

üniformaya dayanamayan elton


Elton john nikita
Yükleyen berfab. - Öne çıkan müzik videolarını izleyin.

Elton John'un, duvarda Türkçe yazan "Kahrolsun Faşizm" yazısından kırmızı şapkasına, habire fondan geçen askerlerden aşık olduğu asker kızın kendisinin gözüne ışık tutmak suretiyle flörtleşmesine kadar türlü saçmalık içeren klibini birde benden izleyin istedim. Sanırım klipte kültür çatışmasının arasında kalmış bir aşk anlatılıyor. Elton John'un Nikita'da olsa kadınlardan tiskindiği de anlatılıyor olabilir.

Yüzyılın en saçma klibi seçilse Neşe Karaböceğin Yamyam klibiyle yarışır hatta açık ara ödülü alır.

He birde dans sahnesinde Sör Elton'ın kızın kalçalarına dokunamayıp tavşan gibi ellerini omuzuna koyması var. Her karede profesyonel bir saçmalık. Fesli sahneler harika.

Bu arada neyse ki Elton John bir süre önce pop müziği bırakma kararı aldı. Lady Gaga gibi genç isimlerle yarışamam demiş. İyi oldu, Deniz Baykal gibi olmuştu. Piyanonun başından hiç kalkmayacak sanmıştık.

10 Aralık 2010 Cuma

bir kedi yeter!


Hayatı ve kafaları güzelleştirmek için bir kedi yeter! Kediler hoşgörünün ne kadar güzel ve gerekli birşey olduğunu öğretir.

Yeaa kafamda minik fareler dolaşıyor gibiyim. O derece sinirim kalkmış durumda.

7 Aralık 2010 Salı

birbirimizi yemeyelim pide yiyelim


Evlilik üzerine konuşmak normalde evli kadınlar için yasaktır. Çünkü evli kadınlar "ulan evlenince de aslında bir bok olmuyormuş ha" diyemezler. Çünkü evlenmek için öncesinde o kadar büyük bir çaba harcamışlardır ki "aa bok gibiymiş" demek büyük tükürdüğünü yalamak olur. Zaten toplum kadını doğar doğmaz orospu olmasın diye evlilik baskısına sokar. Küçüklüğünden itibaren gelinliğin aslında ne kadar güzel birşey olduğu, giyince prenses olacağın işlenir bilinçaltına. Halbuki ne krallık kalmıştır ne prenseslik.

Ama tüm bunları anladığında iş işten geçmiştir. Binbir uğraşla evliliğe ikna ettiğin yılların sevgilisi yeni kocan yanında büyük kafa karışıklığıyla yatmaktadır. Aslında senin de kafan karışıktır ama zafer kazandığına inandırılırsın. "Zafer kazandım di mi lan" diye düşünürken evlenmek senin fikrin olduğu için de evliliğin bütün sorumluluklarını sesini çıkarmadan yüklenirsin. "Eee evlenmek istediğine göre sen kahvaltıyı hazırlarsın artık"dan "eee sen benim engellediğin hayallerimin yerine birşey koyarsın artık"a kadar uzanır yanınızdaki erkeğin istekleri. Yalan mı peki, sen istedin evlenmeyi.

Sonrasında yarra yering markalı Avusturalya şarabından yudum alırken durumu anlatmaya karar versen de, arkadaş toplantılarında bu tuzağa düşmesini istemediğiniz, evlenmek için her yolu mübah gören arkadaşlarınız kendilerini yemesinler diye durumu anlatsan da ciddiye alınmazsın. "Hııı çok kendin evlendin ya şimdi, bize evlilik havası atmaya çalışıyorsun inceden inceden" diye dokundururlar. Kimden bahsediyorum burada? Anladın sen.

Nice birbirinden akıllı, şeytana pabucunu ters giydirecek kadının gözlerinin önünde evliliğe ulaşmak uğruna boklu erkeklerin peşinde harap olmasını izlersin. Hatta bunların arasında bir kez evlenip, kucağında çocuğuyla kapı önüne koyulmuş ama yine de evliliğin güvence olduğuna inanıp, bir sonrakine yine evlilik diye tutturanı bile vardır. -Neyse uzun uğraşlar sonucu ikna ettik şimdi kendisini-

Evlilik babadan dayak ya da kurşun yememek için gerekli birşeydir. Eğer babanız pamuk gibiyse ya da sizden umudu kesip sütlaç kıvamına geldiyse, bir başka erkeğin çoraplarını yıkamanın bir gereği yoktur. Evlilik duygusal değil, ticari bir birlikteliktir. Eğer bir kont kızı değilseniz, tebanızın iyiliği için toprakların diğer krallıkla birleşmesi gerekmiyorsa yine sorun yok.

O nedenle HebırTörk gibi dandik gazetelerdeki dandik "ayyy kukumuzu göstermeyelim ki bizi istesin erkek. Kukusunu gördüğü kadınla neden evlensin ki" gibi aptal ve kadını aşağılayan cümleleri okumayın, okuduysanız inanmayın. Kukuyla kimse evlenmez evleniyorsa da zaten büyük problemleri var demektir. Kendinizi yürüyen kukular olarak görmeyin, göstermeyin. Maksat kuku pipiyse kadınlar seksten erkeklerden 7 kat fazla zevk alıyor. Yani erkekler yedide biriyle bu kadar koşturuyorsa kadınların önüne gelene atlaması lazım bu durumda. Eee olay zevk almak da değil. Erkeklerin kadınları cezalandırması bu. Sizi evlenmemekle korkutmalarına, sindirmelerine izin vermeyin. Koskoca erkek aleminin elindeki tek silah evlilik. Onu etkisiz hale getirdin mi ne kalacak? Neyle korkutacaklar başka. 'Hıı bak sinemaya gelmem seninle'yle mi?

Hala daha duyuyorum sesleri. Tabi tabi kendi evlenmiş, evlendiği yerden konuşmak kolay diye. Diyorum ben evlendim test ettim. Bir bok olmadı. Karşımdaki erkek beni evlendiğimiz için daha çok sevmedi, alayım bunu kanatlarımın altına kuş gibi besleyeyim demedi -ki ne munasebet zaten- Hatta bir iki kere "allahım kısıtlandığımı hissediyorum nefes alamıyorum" gibi laflar edecekken viks sürdük burnuna da tıkanması geçti. Bu nedenle sevdiği adamı garanti altına aldığını düşünüp bu işe giriyorsa kadınlar büyük yanlıştalar. Bir kez de ben söyleyeyim boynumun borcudur.

He aranızda hala evlenmek isteyen kızlar varsa da bir tüyo vereyim. Erkekler kadınları hep arabaya ya da futbola benzeterek anlatır ya. İşte arabadan örneğimi veriyorum: Erkek dediğiniz şey otomatik vites araba kullanmak gibidir. İki hareket çekmeniz yeterlidir. İleri, geri. Öyle yokuşu çıkarken vites küçülteyim, pedallara zamanında basayım da stop ettirmeyeyim gibi triplere girer elinizi korkak alıştırırsanız o arabayı park edemeyeceğinizi bilen erkek topluluğu size yarı gülümseme yarı acıma dolu gözlerle bakar.

Evliliğe gelince;

'Birbirimizi yemeyelim pide yiyelim.'

Bu slogan Ortaköy'de bir pidecinin sloganı ama aslında evliliğin sloganı olmaya adaydır. Çünkü evlenince iki türlü birbirinizi yemezsiniz. Birincisi ona baktın, şuna göz attın, buna kuyruk salladın gibi krizlerle birbirini yemek yerine artık pide yersiniz. Çünkü tüm evreni ve evliliğinizi koruma altına alan yüzük parmağınızdadır. Geriye pide yemek kalır. Sonra o pideler tarihinizde görmediğiniz kiloya ulaşmanızı sağlar ve bu durum birbirinizi yiyecek tüm nedenleri zaten otomatik olarak ortadan kaldırır. Birbirimizi yemeyelim pide yiyelim, pide yiyelim birbirimizi yemeyelim paradoksuna dönüşür.

İkinci anlama gelince, yemek "manitayı yedin mi?" de kullanılan sekse tekabül eden yemektir. Evet evlilikte çoğu zaman birbirinizi yiyeceğinize pide yemeyi tercih edersiniz. Çünkü yanınızdaki karı ya da koca soğumaz ama pide soğur. O yüzden ilk önce pideyi yersiniz. Sonra rehaveti aşabilirseniz, çoraplarınızı çıkarabilirseniz sevişirsiniz.

He bu arada ben kimseye evlenmeyin demiyorum. Evlilik uğruna kendinizi harap etmeyin, götü boklu erkeklere köle olmayın diyorum. Kız kurusu olmak sinir hastası olmaktan iyidir.

Ayşarman'a bok atarken böyle afaki bir konuda yazmama neden linki aşağıda veriyorum. Yoksa banane yeaaa kim sevişmiş, kim sevişmemiş, kim evlenmiş, kim evlenmemiş.

http://www.haberturk.com/polemik/haber/578656-6-yil-sevistigin-adam-seninle-neden-evlensin

6 Aralık 2010 Pazartesi

peki ya ayşarman olmak...


Empati güzel birşeydir ve karmaşık süreçler içerdiğinden bizim kendisini anlamamız uzun zaman almıştır. Ben demiyorum piskologlar diyor. Üstelik şimdiye kadar sadece insanlığa atfedilmiş olsa da son yapılan araştırmalar gösteriyor ki hayvanlarda da empati duygusu var. Tabi insanların sosyal gelişim süreci daha farklı ilerlediğinden biz birbirimize baktığımızda empati kurup zor durumdakine yardımcı olma gerekliliği karşısında daha organize hareketler çekebiliyoruz. Yani bir maymun sürüsü zor durumda kalan maymuna yardım etmeyi ona karşı empati duyarak akıl edebiliyor. Ama "aslanlar tarafından tarafından ısırılan madur geyikler derneği" kuramıyorlar henüz. Ya da dünya hayvanlar komitesi tarafından bengal kaplanı kültür mirası listesine alınmıyor. "Kardeş soyunuz tükeniyor sizin ormandan size güzel arazi kapattık kimse girmeyecek, üreyin siz elinizden geldiğince sincabından aslanına yardım edeceğiz biz size" demiyorlar. Yani henüz öyle bir bilinç düzeyine ulaşmış bir toplulukla karşılaşılmadı. Varsa da bütün hayvan aleminden şimdiden özür diliyorum.

Uzadı nereye geleceğim? Tabii ki Ayşarman. "Ulan bizden aptal bunlar haa" diye bakılan hayvan bile empatiyi geliştirirken Ayşarman'ın bir insana empati duyması için onun fiziksel olarak yerine geçmesi hali 2010 insanlığına hiç yakışmıyor. Geri çekiyor Ayşarman insanoğlunu. Tabi insanoğluna gelene kadar Türkiye'yi geri çekiyor. Biz empati dolu bir memleketiz zaten. Herkesin bir çeşit azınlık ya da aşağılanan olduğu bir ülkeye komik bürünmelerle neyi anlatmaya çalışıyorsun Ayşarman.

Obez sınırında yaşamasada Türk kadını dediğin şey zaten tombuldur. Günlerde kekleri börekleri yer. Kalçalarını da duvarlara vurarak incelttiğini düşünür. Köylerde güzel kadın ölçüsü "etine buduna dolgun, ay parçası gibi maşallah"tır.

Diğer yandan şişmanlık bu ülkede aşağılanmak için Kürt, Ermeni, Yahudi, dinsiz, sanatçı, laz, kro, apaçi, komunist, vatan haini gibi birçok durumdan daha alttadır. Önem sırasına arada eklenebilecek daha çok hal var hatta ama hadi senin cümcük dudaklarının hatrına listeyi küçük tutuyorum.

Hadi bunu da geçtik ne oldu şimdi Ayşarman şişman olunca? Birine bir şişmana yardımı mı dokundu? Kapanınca kapalı kızların sorunları çözülmediği gibi şişmanlarda hayatlarına pis şişkolar olarak devam edecekler. Çünkü onları pis şişko olarak gören Ayşarman. Çünkü içten içe o canavar dişleri ve yanık saçlarıyla o kadar memnun ki zayıflığından. Aslında onun derdi kendi zayıflığını zerafetini göstermek insanlara. Başını kapatırken de aslında ne kadar da açık olduğunu göstermek için kapattı. Kapalı kafaları anlamaya çalışabilecek kadar açık bir kadın çünkü.

Nereden baksan elle tutamıyorsun yani konuyu. Ama işi kaptı. Bakıyor uzun zamandır bir olayım olmadı e hadi ben birinin kılığına girip sokaklarda dolanayım biraz diyor. Habermiş gibi anasayfadan da veriliyor 2 gün üstüste. Hayat sana güzel Ayşarman. Ama asıl soru gönül razı mı bu yavşaklığa.

Hayır şimdi 16 yaşında diri diri gömülen Medine'yi anlamak için canlı canlı gömülecek misin? Fatmagül'ü anlamak için tecavüz edilecek misin? Yapmazsın tabi biliyoruz da empatiden anladığın nedir, onu anlamaya çalışıyorum.

Empati kuruyorum da Ayşarman'la, çok zor çok. Kafanın içi hep bomboş, Dubai'de canın sıkılıyor, kapalı ve şişkolara çok üzülüyorsun. Daha bir için şişiyor. Şımartılmak istiyorsun hep gözler üstünde olsun istiyorsun ama saçların yanık, dişlerin canavar.

Bak, seni anlamak için saçlarımı yakıp, dişlerimi canavar yapmama gerenk yok. Oturduğum yerden anlıyorum.

Göte sürülmezsin yemin ederim. Ağzımı bozdum ben. Okuyanla empati kuruyorum. Çok özür dilerim kendilerinden.

3 Aralık 2010 Cuma

kıtla oğul, tut ve kıtla onu



Kahvede, berberde, misafirlikte tuttuğunu bayıltana kadar muhabbete kitleyen Ramiz Dayı Ezel'i yine anlamsız bir ortamda anlamsız bir planda yakalar ve şöyle der: "Ezel, aslında sen bilir misin ki siyah çay aslında yeşildir ve çin'den ingiltere'ye gelene yolda kuruduğu için kararır ve herkes onu öyle kara içer. Ve erzurumlular üzerine bu kara çayı kıtlama şekerle yer. Ve kıtlayarak şeker yemek şeker hastalığına davetiye çıkarsa da bizim bildiğimiz şekerden daha sağlıklıdır. Bu nedenle sende kıtla oğul, tut ve kıtla" der.

Evet, kendinden çok güvendiği Ezel'e bu defa üstesinden gelmesi onun için çok zor bir görev vermiştir.

Bir genç kızı kıtlayarak yemek...

Ezel 238 bölümdür bir adım ilerleyemediği için üzülerekte olsa bu zorlu görevi gözyaşlarıyla yerine getirir.

Peki şimdi bunu dünyaya yarım gözlerinin ardından baktığı için herşeyi yarım anlayan Eyşan'a nasıl anlatacaktır. Muhtemelen Eyşan yine olayın yarısını anlayacaktır.

1 Aralık 2010 Çarşamba

tarkan nedir o önden sarkan?


Bu prodüksiyonun sanat yönetmeni kimdir? Yanına kadın koymuşlar diye tansiyonu düşmüş gibi Tarkan'ın. Üstelik kirli bir suda yıkanıyorlar ve de o kirli sudan çıkan, kime ait olduğu belli olmayan kıllı bir bacak var.

Tarkan'ın kol pazusu iyi de ya o sonrası? O incelen ön kol... Arkadaki gazlı soba mı? Ayrıca kızım memiklerinin ucu yok. Şaka şaka onu gazete edepli olsun diye blurlamış.

Olmuyor bu Tarkan yeaa. Küvete koy, ağaca koy, Kate Moss'un yanına koy, maymunun yanına koy olmuyor. Ona yaptığı yatırımı uzay çalışmalarına yapsaydı Türkiye, 3. ay üssünü kuruyordu şimdi.

Yemek saatine yakın böyle pozlar görmek istemiyorum.

istirham ederim, istifra da edebilirim


Edebiyat çevresi bundan böyle de'leri da'ları ayıramayanları bacaklarından ikiye ayıracakmış. Yukarıdaki Hakkı Devrim pozumla onlara gözdağı vermeye çalıştım ama başarabilir miyim bilemiyorum. Milyon kere de söyledim; "astigmatım var çok bakınca yazılar karışıyor" dedim, olmadı. Lazım, "laz inadım var biri söyledi diye düzeltmem" dedim, olmadı. "Türkçe'deki de da kuralını gereksiz buluyorum" dedim, olmadı. Bugüne kadar bayramlık ağzımı açmayayım, çeliktepeli yüzümü göstermeyeyim dedim ama buraya kadarmış.

Bundan böyle de'leri ayıralım, büyük harflerin ellerinden küçük harflerin gözlerinden öpelim gibi yorumlarla gelenlerin yerleri GPRS ile tespit edilerek, eş güdümlü füzelerle yok edilecektir. Ondan sonra "aaa neden yokettin senin gibi hanfendiye yakışmadı", "e kötüyle kötü oldun" demesin kimse. Ahmedi Nejat yaptınız beni. Beni siz yarattınız.

Daha Türkçe bilmiyormuşum da yazı yazmaya çalışıyormuşum da vilivilivilivilivilivili. Şu hayatta bir Türkçe'nin kurallarını çok iyi bilirim, bir de islamın 5 şartını. Ama ikisini de yerine getirmek konusunda bir iddiam olmadı. Üstelik 5 şartı yerine getirmemenin karşılığında büyük tövbeye koşma, bonus sevap kazanma gibi seçeneklerim varken, Türkçe kurallarını yerine getirmediğimde kızgın bir kalabalık beni meşaleler ve tırpanlarla kovalayabiliyor.

Güzel Türkçe okumak isteyenler üstadımız Hakkı Devrim'i okusun. Dinlemek isteyenler Bülent Ersoy dinlesin. Ama sıkılınca buraya gelmek yok. Onu balkonuna düşen topu kesmeden önce düşünecektin.

Ne güzel konuşuyoruz yeaa biz kendi aramızda. Osuruk, göt, meme diyoruz eğleniyoruz. Ben kimseye burada yağmurlu bahar akşamı başlayıp, kadının yine bir güz günü arkasını dönüp gitmesiyle sonlanan bir roman yazmıyorum. Götten atıyorum arkadaş. Blogun adı almanca atgotın olarak okunmuyor. Göt o göt. At götten.

He ancak şöyle affedebilirim bu blog polislerini, bana der ki "Yeaa ben çok mutsuz bir insanım böyle arada insanların küçük hatalarını büyütüp yüzlerine vurarak yaşayabiliyorum. Yalnızım, iletişim şeklim bu benim, böyle varoluyorum." O zaman ben onlar için her paragrafta ayrı hatalar yapar, mı'ları mi'leri bile bitişik yazarım. İnsanlık ölmedi sonuçta.

Amaaaaaa bana böyle saçma sapan yorumlar yaparak, Bilge Tonyukuk'la Orhun Kitabeleri'ni birlikte yazdık, Türkçe'yi ben yarattım tavırlarına girerek gelirsen bundan böyle tüm yazıları ayshe, sheyda, shatchi diye yazarım kustururum adamı.

Buradan ayarı veriyorum. Daha da bu konuda polemiğe girmiyorum. Sinirli insanım ben. Bana 3 kere aynı şeyi söylersen vodoocu kadınlar gibi gözlerim ters döner, ağzımdan köpük çıkarıp anlamsız şeyler söylemeye başlarım.

Hem Türkiye'nin en az kazanan yazarının yazısı da bu kadar olur. Bana ver yazı başına 50 lira ben varya noktası virgülüne, sık kullanılmayan kurallarına kadar uygun yazayım hergün. Vereyim mi hesap numaramı? Hişşş bilmiş sana diyorum.

Ayrıca da uymuyorum kardeşim. Tam uyacaktım kurallara, "ulan okuyanın rahatsız oluyordur belki dikkat et" diyordum kendime vazcaydım.

Buradan sesleniyorum:

da'ları ayırmayın, da'lar ayrılmayın!

Bu ayar dostane yapılan yorumlara değil, kötü niyeti yüz ışık yılı öteden belli olan, karnında gazla dolaşan kişilere verilmiştir. Hangisi iyi hangisi kötü niyetli nereden bilecen diyeceniz, kötüyü klavyesine vuruşundan tanırım ben.