31 Aralık 2011 Cumartesi

hayırlı yıllar



Atgotten'den yılbaşı gecesinde dev hizmet. Sizin için masraftan kaçırmadım dansöz oynattım. Yılbaşı gecelerini de sadece dansöz izleyebilmek için dört gözle bekleyenlerdenim.

Dansöz demode şimdi fiktorya sikrıt var diyenin kalbini kırarım. Nerede o etine dolgun dansözler, nerede o raşitik, oral dudak mankenler. Karşılaştırılamaz bile.

Neyse benim için dünyadaki tek dansöz Cortes'tir. O oynamadan yeni yıla girilmez.

Şunu diyeceğim; yeni yıl hepimize akıl fikir, sağlık, mutluluk, barış, kim ne isterse onu getirsin. Tüm dünyanın aynı anda geyikçiliğe koştuğu, birbirine goygoy yaptığı bu mutlu günümüz kutlu olsun.

26 Aralık 2011 Pazartesi

türksün göster ürksün



Çok kibar Fransız Valeria'nın Türk diyince insan yiyen 7 başlı dev görmüş gibi ağlamaya durup korumanın koluna sarılması senelerdir canla başla ayakta tutmaya çalıştığımız "Türksün göster ürksün" mottosunu Avrupa'ya tamamiyle kabul ettirdiğimizin göstergesidir.

Ama yine de hanfendiye teessüf ederiz, AB bakanımız sarkoya kapak olsun, başbakanımız onu anana sor bunu babandan öğren tarzı konuşmuş olabilir fakat şimdiye kadar hiç mikrofonla adam öldürenimiz olmadı. Hele hele göğsünü gere gere bu hukukun zaferidir diye artiz artiz konuşurken amanin Türk! diye tırısman hiç olmadı Valericim.

Ermeni soykırımı, Afrika'nın köleleştirilmesi gibi konulara dokunmadan bu videoda insanı irrite eden sen oldun Valerim kibarım. Şimdi sana deseler ki Türklerin ve barbarların soyunu kıralım, sen ona da hukukun zaferi dersin Valerim canım.

İnsan hakkını savunurken insandan korkmak neymiş Valeri? Şimdi mikrofonu kafana geçiricem bak! Ondan sonra yok efendim Türk sinirli, Türk barbar, Türk kaba. Sinir ettin insanı sabah sabah. Titrek!

16 Aralık 2011 Cuma

araba sevdası


Uzun zamandır buradan "sayın atgotten neden artık kaleminizi işletmiyorsunuz, neden eskisi gibi kaba etinizden atmıyorsunuz" gibi yorumlar alıyorum. Bu nedenle onları daha fazla bekletmemek adına oturdum klavyemin başına ve parmaklarımla tuşları kibarca okşamaya başladım. Uzun bir aradan sonra sizlere edebiyatımızdaki o nadide eserimiz, ilk realist romanımız Araba Sevdası'ndan bahsetmek istedim. Araba Sevdası Recaizade Mahmut Ekrem'in Tanzimat Dönemi sosyal yapısına ciddi eleştiride bulunduğu bir romandır. Şimdi isterseniz karakterleri inceleyelim:

Şaha lan şaha. Başlığı araba sevdası diyince size böyle bir şaha hazırlayayım dedim. Ne de olsa Araba Sevdası, araba sevmekle realist roman olmak arasındaki bağlantının ilginçliği nedeniyle olsa gerenk beyinlerimize kazınmış romanlarımızdan biridir.

Her neyse asıl konuya gelelim; başlığım araba sevdası çünkü bir süredir insaniyetten ve insanlıktan neden uzak kaldığımın özetidir bu. Buraya düzenli uğrayanlar bilirler geçmişten gelen bir araba sevdam var benim. Hatta geçen yıl bir fotoşop çalışmasıyla kendimi tecavüz serisi bir bmw'nin önüne koyup secret yapmış sizden de yardım toplamaya çalışmıştım. He kimse etti mi, etmedi. Ama ben azmettim, secretıma inandım, her fırsatta beye laf soktum, onun arabası var benim neden yok diye tepesine bindim. Ciddiye aldı mı almadı. Yine azmettim atarım kenara para dedim, gece gündüz çalışırım yaparım dedim. Yapabildim mi yapamadım. Ama yılmadım kredi çeker çektiğimin iki katını paşa paşa öderim dedim. Çekebildim mi çektim. Türk bankacılığını arkama alarak(!) pek sevgili kara kızım çuçuma ulaştım. Evet kendisinin adı çuçu. İlginç gelmesin. Küfürbaz olabilirim ama benimde duygularım, kızsal ihtiyaçlarım var. Ben de kedime köpeğime arabama şirinlik muskası isimler koymak, sevmek sevilmek istiyorum. Ayrıca çuçu dediğime bakmayın, kızım turbo jet mübarek. Gerçi ben henüz 50'den fazla basmadım ama bassan gider yani.

Şimdi 50'den yukarıya basmadım cümlesi yazıyı okuyan erkekler arasında bile pis pis bir mercimek bulaşmış bıyık altı gülümsemeye neden olmuştur. Gülün gülün o asfaltı yediricem size ama önce sola dönüşleri açıktan almayı öğrenmem lazım. Bu da çok komik geldi değil mi? Gelmesin terbiyesiz herif, gelmesin. Acemiyim lan ben. Sen ilk arabaya bindiğinde korkudan pipinin nasıl küçücük olduğunu hatırlasana bi insaniyetsiz.

Neyse buradan da şuraya geleceğim, çizgimden kaymadan bu adamlara saydırmadan bayanlara ve bayanları taciz eden hayvanlara, kadın sürücü yapıştırmasını şak diye yapıştıranlara mesaj vereceğim. -Erkeklere hergün trafikte saydırıyorum zaten.-

Öncelikle sözüm kadınlara ve bilimADAMlarına:

Kadınlar kendinizi kadın şöför etiketiyle kafalarınızda siz de etiketleyip trafikte korkak davranmayın. Demiyorum ki apaçilik yapıp mahalle aralarında 80'le gidin otobanda 200 basarken kadrajın fotoğrafını çekip Face'de paylaşın. Ama size atfedilen kötü araba kullanma yapıştırmasını kabul etmeyin. Çünkü yüksek ihtimalle bu durum sizin kadınlığınızdan değil acemiliğinizden kaynaklanıyordur. Kadınların ekonomik özgürlüklerini kazanmaya başlayıp kendilerine birer araba alabilmelerini şurda parmaklarımızla saysak ancak o kadar yıl eder. Ve aileniz yüksek ihtimalle sizi küçüklüğünüzden itibaren trafiğe değil beyaz gelinliğe hazırlamıştır. İlk erkek kardeşinize verilmiştir evdeki araba. O yüzden kendinize güvenin.

He kimse bana incelen sesiyle "ama bilimsel olarak kanıtlanmış erkeklerin uzay mekan ilişkileri kuvvetli" gibi gerzekçe açıklamalarla gelmesin. Erkek dünyasının bilimi de dogmalarla dolu ki, dogma ve bilimin aynı cümlede kullanılmasının tersliğine buyrun siz çözüm bulun.

5. katta cama çıkıp bir elinde ıslak bezi tutarken ayağına kuru bezi sıkıştırıp akrobasi yapan kadının trafikten korkacağını ve panik yapacağını kimse bana inandıramaz. Aynı anda hem çocuğuna okuma yazma öğretip, ocaktaki yemeği yakmayıp, çamaşır asan kadının el ve ayak koordinasyonunun zayıflığını kimse kimseye yutturamaz. Her kış kışlıkları, her yaz yazlıkları çıkarıp yerli yerine hizasıyla dizebilen kadının kıçı kırık arabayı parkedemeyeceğini kimse söyleyemez. İddia edenin alnını karışlarım.

O yüzden kırmızı ışık yeşile döndüğü saniyede arkada kornaya abanan erkek güruhuna okkalı bir küfür salla ama hiç gazlama, sakince kaldır arabanı hanım. Yolun sana verdiği hızda ilerliyorsan sana hız yaptırmaya çalışan taciz eden piçe aldırma, çizginden kayma güzelim. Canına susadıysa sollasın, sağlasın seni, sakın panik yapma hayatım. Geçen bir kadın gördüm daracık yere park edicem diye saçları beyazladı kadının yolda bomboş üstelik. Ama öyle korkuyor ki şimdi bir araba gelecek ve bayan şöför artık bin saatte parkeder yaftasını yiyip, kornaları duymamak için. Oysa aynı yere bir erkek gelse eminim uzvunu sallaya sallaya kadından daha fazla hamle yaparak parkeder oraya. Ha ona da korna çalarlar mutlaka ama o uyarı kornası olur taciz kornası değil. Birbirlerine abanamazlar çünkü göt korkusuna. Bunlar böyle bebişim.

Gerçek hayatta çizginden kaymadığın gibi yolunda da şeridinden kayma. Birkaç ay sonra çok iyi bir şöför olacaksın, taksicilerden ve clio symbol kullanıcılarından kaçabilmeyi öğreneceksin.- Evet clio symbol kullanıcıları ayrıca bir yazıda incelenmesi gereken bir tür. Genelde bıyıklı, küçük elli ve terleyen 31.ler oluyorlar. Elini nerden gördün diyeceksiniz, görmeye gerek yok biliyorum o türü ben dışardan çünkü.-

Şimdi de gelelim bayanları taciz eden ayılara:

Canım, trafikteki başarını, atikliğini ve cinyıslığını senden hayatta da bekliyoruz. Evde karını, kızını, iş yerinde çalışanını ezmeye alışık olduğundan trafikte de bizi ezmeye çalışıyorsun anlıyoruz. Ama arabaların çükü yok. Aaa çüksüz kaldın! Napıcaksın şimdi?

Evet, pek bilimsel bir açıklama gibi durmasa da bence erkeklerin trafikte kadınlara bu kadar sinirlenmelerinin nedeni arabalarının çüklerinin olmaması. Ve çüksüz bir erkek kadar tehlikeli birşey daha yoktur.

Öyle yani işte, sonuca gelirsek; bir süredir tüm enerjimi bu araba olayına ve hayvanatlara harcıyorum ve henüz araba kullanırken blog yazamıyorum. Ama yakın zamanda mahallede gördüğüm arkadaşıma tampon değdirme şakası yapacak kıvama gelirim. Tek elimle taksi sollarım tek elimle blog yazarım. Yollar benim karapanterim.

Şaha şaha, bana bütün yollar 70. Beğenmeyen sollasın. Korna basana çok pis küfür ediyorum haberiniz olsun arkama falan düşerseniz bir gün, sülalenizi andım demektir.

Özlemişim ha.

12 Aralık 2011 Pazartesi

bir kedi yeter!



Ananeler namaz kılarken sırtına atlayan torunlar misali
yogiye zıplayan kedi.
Ey gidi,
kedinin olduğu her yer huzurlu, eğlenceli.

Can Yücel

O yüzden; hayatı, kafaları ve hatta yogayı güzelleştirmek için bir kedi yeter!

16 Kasım 2011 Çarşamba

Dikkat: Göte bakan götçü olur!


Sefer Darıcı'nın dudağının hemen üstündeki beyazlıkta yazan subliminal göndermeli "dangalak" yazısını bulmak için 3 saniye araştırma yaptım, hemen gördüm. Üstelik sıfatına az daha bakınca kaşlardaki pedofili ve saçlardaki denyo göndermelerini de görmek mümkün. Ama ben hepsinin yerini yazmadım ki siz de bu sıfata iyice bakıp subliminal etkiyi damarlarınızda hissedin.

İşte bir takım güçler böyle adamların çeşitli yerlerine subliminal görseller yerleştirip dangalak, denyo ve pedofili bir nesil yetiştirmek istiyor. Ülkemizin birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğu bu günlerde böyle fitne ve fesat subliminallere prim vermeyelim lütfen.

Ve gelecek nesillerin sağlığı için çocuklarımızın gözlerini Sefer Darıcı televizyona çıktığında kapayalım. Bilim bize gösteriyor ki; göte bakan götçü olur.

Bu da bilimsel verinin videosu:

http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/62467/susam-sokagi-yuzunden-simit-saraylarina-mahkum-olan-genclik/fbshare

1 Kasım 2011 Salı

gazeteci pornosu



Fatih Altay'lı arkasını değil önünü dönmüş olsaydı Arşarman'a tam puan verirdim. Ama diğer elinin nerede olduğu belli olmadığından yine de kötü bir puan vermiyorum bu fotoya. 10 üzerinden 3

Dünyanın kendini en akıllı sanan iki kişisiyle çekilmiş en anlamlı fotoğraf. Konsept gönderme muhteşem. Kim çektiyse gelsin plaket vericem.

Tipinisikim.

6 Ekim 2011 Perşembe

bir kedi yeter!


Hayatı ve kafaları güzelleştirmek için bir kedi yeter! O yüzden tatile giderken kedinizi yanınıza almayı unutmayın.

28 Eylül 2011 Çarşamba

Önyargıdan kork!


Artık onunla birlikte yaşayacağın bir hastalıkla karşılaştığında, hastalık vücudunun neresinde olursa olsun once kalbinin tam ortasına büyük bir acı yerleşiyor. Hayatının bir daha hiç eskisi gibi olmayacağını, tüm görüp göreceğinin bu kadar olduğunu düşünüyorsun. Doktorlar görevlerini son derece normal bir iş gibi yaparken sen onun her bir mimiğinden bir anlam çıkarmaya çalışıyorsun. Mesela uzaklara bakış atarsa doktorun “eyvah sıçtık çok kötü birşey gördü galiba” diyosun, için sıkışıyor ağzından çıkacak cümleyi beklerken zaman yavaşlıyor. Halbuki o sırada doktorun o akşam evde ne pişirsem acaba diye düşünüyor olabilir. Sonra gözü dalmış misafir gelecek olabilir. Ama bu sana hiçbirşey ifade etmiyor. Dünya tamamen senin hayatın etrafında dönüyormuş gibi korkunç bir hisse kapılıyorsun.

Sonra tetkikler, testler, hemşirelerle kanka olmalar, doktora kazak örmeler başlıyor. Sonra derin araştırmalar –bazen derin olmayan araştırmalar- sonrasında deniyor ki; artık hastasın bunlara bunlara dikkat edeceksin. Tamam diyorsun, hepsine dikkat edeceğim, kendimi iyi hissedeceğim. Bir sure inanılmaz bir gazla yaşıyorsun. İneğin hemen sütünden sıkılmış sütten içiyor, balını arının neredeyse kıçından sıkıp ekmeğine sürüyorsun. Etraftaki panik havası normalleşiyor, hastalığında normalleşiyor ama sen hep birgün başıma çok kötü birşey gelebilir korkusuyla yaşıyorsun. Aslında her zaman gelebilir biliyorsun. Yaşadığın ortam zaten şaka gibi olduğundan zaten günü şansa bitiriyorsun. Ama o hastalığın her an boka sarabilir korkusu seni içten içe kemiriyor hastalıktan çok önce.

Sonra aradan zaman geçiyor, sorguluyorsun. Herkes koşup eğlenirken, sabahlara kadar o parti senin bu klab benim manitacılık yaparken ben neden yoruluyorum diyorsun, daha da yoruluyorsun. Neden ben diyorsun? Ben iyi bir insanım halbuki, kimseye bir suçum, hatam olmadı diyip evrenden ya da inançlıysan tanrıdan hesap istiyorsun. Çok kötü kalpli birini gördüğünde neden o değil mesela ben diyorsun. Kendine yakışmamış fırfırlı bir elbiseyle çok havalı görünmen gereken bir partideymişsin gibi hissediyorsun. Çıkarsan çıkaramazsın, partiden çıkamazsın.

Sonra birgün elinden biri tutuyor ya da birinin eli yanlışlıkla eline çarpıyor ya da yüzüne biri gülüyor. Sana aslında hastalıktan korkmaman gerektiğini tüm bunları yenebileceğini, hayatta aslında aldığın her nefesin çok değerli olduğunu söylüyor. Ya da söylemiyor sen bunu duymak istiyorsun, buna hazır oluyorsun, kendi kendine söylüyorsun. İyi olmak için bahane arıyorsun. Yeneceğim diyorsun, yenemeyecek gibiysen onunla iyi anlaşma yoluna gidiyorsun. Hayatına devam etmek istiyorsun. Diğer herkes gibi hayat aksın istiyorsun. Hep farklı olmak istersin ya, hiç farklı olmak istemiyorsun. Herkes gibi olmak istiyorsun. Herkes gibi görünmek, görülmek istiyorsun. Kimse sana hasta demesin istiyorsun.

Bu yüzden kızlar bana Sorumlublog projesi altında HIV (Human Immunodeficiency Virüs - İnsan Bağışık Yetmezliği Virüsü) hakkında bilgi vemek amaçlı bir işe kalkışacağımızı söylediğinde size öncelikle hastalık hissini anlatayım dedim. İşe sadece bir hastalığa yakalandığınızda nelerle başa çıkmanız gerektiğinden bahsederek başladım ki, hakkında bilinen yanlışlarla şehir efsanelerine konu olan, ahlaki değer yargılamalarını bir kambur gibi sırtında taşıyan HIV/AIDS ile yaşayanların, yükünü anlayın istedim. Bu yüzden alttaki başlığı büyük harflerle söyledim:

HIV BİR ARADA YAŞAMAYA ENGEL DEĞİL! HIV POZİTİFLERDEN KORKMA!

Üzerime düşen mesajlarımı okuyan herkes etrafıyla paylaşsın, daha fazla HIV ile yaşayan insan önyargıların altında ezilerek yaşamasın diye aşağıya kalın harflerle yazdım:

HIV dış ortamda oksijen ve güneş ile temas ettiğinde uzun süre yaşamıyor.
Kanın miktarına göre dış ortamda saniyeler, en fazla dakikalar içinde HIV ölüyör.
Virüsün kan yoluyla bulaşması için ancak kanyolu (ortak enjeksiyon, kan nakli vb) gerekiyor.

Üstelik HIV/AIDS çözümsüz değil! 1996’dan bu yana tedavisi yapılabiliyor!


Lütfen siz de herkese tüm bunları büyük ve kalın harflerle anlatın. Anlatın ki yaşanabilecek çok değerli bir hayat sadece önyargılarımız ve cehaletimiz yüzünden AIDS ile yaşayan bir hastanın elinden alınmasın. Kimse almasın.

Anlatalım ki HIV/AIDS ile yaşayan herkes, “herkes gibi olma”nın keyfini yaşasın.

Destek olan herkese şimdiden teşekkürler.

Ve projenin fotoğraflarını çeken Dilan Bozyel, ana sponsor M.A.C ve proje ortağımız Pozitif Yaşam Derneği’ne de tabii.

HIV/AIDS hakkında en doğru bilgi için: http://pozitifyasam.org/


Ha bir de sen nereden bilirsin ki hastalık psikolojisini atgotten götünden mi atıyorsun diyeceksen, atmıyorum. Dört yıldır Crohn’umla beş taş oynuyorum. Onunla yaşamaya alışırken yaşadıklarımdan feyz alarak aşağı yukarı bir çıkarımda bulunuyorum. –Yanlış hissetmişsin biz hiç böyle hissetmedik diye beni dava edecek kronik rahatsızlıkları olanlar derneği falan varsa şimdiden sori.- Ve en çok şunu biliyorum ki tüm bu yaşadıklarımın en önemli kısmını son bölüm oluşturuyor. Hani şu yukarda kalınla işaretlediğim bölüm. Herkes gibi yaşamak istemek bölümü.

21 Eylül 2011 Çarşamba

merhaba, ben şükriye saraçoğlu


Merhaba, ben Şükriye Saraçoğlu. Ev kadınıyım ya da ev kadını olmayıp, erkek dünyasının bana verdiği ölçüde bir işte çalıştığım için ev kadını olmayan ama aynı zamanda iş de iş, evde ev kadını olan bir kadınım. Evliyim Allah'a şükür. Evde kalmayacak kadar akıllı bir kadınım. Yeri geldiğinde namusumla yeri geldiğinde seksapelimle beyi evliliğe ikna ettim, tek taşı ağzımla havada kaptım. Çocuğum tabii ki var. Olmasını istememeyi düşünmedim bile. Erkeğimi evine bağlamanın, sıcak bir yuva kurmanın bir numaralı gereğinin çocuk olduğunu düşünüyorum. Hem kimse sormadı zaten istiyor musun diye. Bazen onlar olmasaydı da gençliğimin tadına varsaydım diyorum ama sonra beyimin Brad Pitt gibi sırf çocuk isteği yüzünden Jennifer Aniston'u terk etmesi aklıma geliyor, daha bir sevgiyle sarılıyorum çocuklarıma. Zaten annem de "Çocuksuz kadının kurumuş bir ağaca benzer." derdi. Rahmetli babamı eve bağlamak için ilerlemiş yaşına bakmadan en küçük kardeşimi doğururken hayata veda etti. Nur içinde yatsın.

Ben futboldan anlamam. Yani anlarım aslında ama anlamıyormuş gibi yapınca beyim böyle ofsayt ne kızım biliyor musun ofsayt ne felan diyor, ilgileniyor benimle cilveleşiyorum azıcık hoşuma gidiyor. Erkekler aptal kadın sever.

Neyse beyim fanatiktir. Maç olduğu gecelerde çocukları erkenden yatırırım ki evde ses olmasın. Hele bir de yenildiler mi sormayın. Küfür kıyamet gür gidiyor. Korkuyorum çocukların korkudan gözleri kayacak diye ama neyse şimdi diyorum sesimi çıkarmayayım, sinirli zaten. Sonra dışarı gider felan izlemek için Allah muhafaza. Evinde izlesin maçını gidip öyle kahve köşelerinde karıyla kızla izlemesin. Gerçi milyarlar döküp aldığı konbinesi var ama uğursuzluk mu getiriyormuş ne gitmiyor maça evden izliyor. Her sezon alınan formalar için de dolapta ayrı yer açtım. Çocuklara bayramlık alıcam diyince yüzünden bin parça düşen, para yok diye bağıran çağıran adam takıma destek için kredi kartını gözünü kırpmadan masaya koyar. Koysun gerçi, helali hoş olsun. Canı sıkılmasın, gözü dışarı kaymasın, mutlu olsun hepimize yeter o. Çok stresli işte çalışıyor çünkü o. Ben de çalışıyorum ama ben kadın olarak daha kolay idare ediyorum sonuçta kadınla erkeğin çalışması bir değil.

Ay çok konuştum -ki beyimin en kızdığı özelliğimdir- konuya geleyim. Malum futbol zamiası karışık bu ara. Beyim de burnundan soluyor ne zamandır. Şike olayları falan var. Yapan yapmış yani zamanında herşeyi herkes takımının başarısı için yapmış yani sonuçta. Niye böyle deşiyorlar anlamıyorum sonuçta biz verdiğimiz parayı helal ediyoruz. Neyse bir de bunun üstüne takımımıza seyircisiz maç cezası geldi mi? Bizim bey hepten koptu o akşam sinirinden içti içti. Sonra eski defterleri açtı derkeeeen bir tokadını yedim. Sen ben bir sinirlen. Tavrımı koydum ama. Dedim geçen seferde tokat attığında sana ne demiştim seni terkederim dememiş miydim dedim. Bişe demedi yattı sızdı, utancından. Şeytan diyor çek git vallahi uğraşma hiç. Ama sonra düşündüm nereye gidicem çocuklar var, babam nereye kadar bize eyvallah der? Demez dön evine der. Polise gitsem rezalet çıkar, komşuya anlatsam dedikodu olur. Hem gözü karadır bizimkinin ayrılmaz benden çeker vurur valla, nasıl her ay bir kadını görüyoruz haberlerde. Gidemem, gitmem de zaten bu yaştan sonra yeni bir hayatı kim kuracak. Dul kadını kim sever, kim elini tutar. Hem yaşlanınca az daha durulur bizim bey. İçinde çok iyi bir insan var. Düzelecek o düzelecek. Birlikte bir yastıkta birbirimizin gözünün içine bakarak ölelim istiyorum. Hayatımı ona adadım ben. Bana helal etsin emeğini istiyorum.

Bak yine dağıldım ben. Dizi gibi dokunaklı oldu ayol. Neyse geçen işte seyircisiz cezası alınca bizim takım demişler ki kadınlar ve çocukları alın bari o zaman. Seyircisizlikle kadın olmak arasında bir fark yok zaten demek mi istediler ne dediler anlamadım. Daha doğrusu üzerine kafa da yormadım. Bey aradı zaten aramız soğuktu. Sen "hadi seni maça götürücem" demesin mi? Hemen dedi hazırlan çoluğu çocuğu topla sizi stada bırakıcam dedi. Kıymış biletimizi almış -gerçi içeri girince öğrendim bedavaymış ama olsun-, geldi kapımın önünden aldı, stadın önüne kadar bıraktı, dönüşte alıcam sizi dedi. Gönlümü almayı bilir. En son bizim küçüğü doğurmak için hastaneye giderken bu kadar ilgi görmüştüm. Ben de bu sevgiye ve ilgiye layık olabilmek için elimden geleni yaptım. Formamı ütüledim giyindim, tırnaklarıma lacivert oje sürdüm. Normalde beyim hiç sevmez öyle marjinal hareketleri, kızar valla ama çok beğendi. Yolda giderken ondan duyduğum küfürlü tezerruhatlardan yaptım ama "Şükriye hiç yakışıyor mu azına çocukların yanında diye uyardı. E haklı yani kadın küfür eder mi? Kendimi kaybetmişim."

Neyse girdik stada kadın kadına maçımızı izledik. Tezerruhatlar yaptık. Çok zevkli bir oyun aslında, heyecanlanıyor insan. Karşı takımda da gencecik çocuklar vardı. Onlara da tezerruhat yaptık. Çıkışta birbirimizin saçını yolarız, törpülerimizle birbirimizin boğazını keseriz, birbirimize çocuk atarız diye şakalaştık. Futbol ruhu bunu gerektiriyor çünkü beyim hep öyle der.

Neyse öyle gülüş eğlence geçti. Çok mutlu oldum vallahi, ne zamandır ev, iş, çocuklar derken bir etkinliğe gitmemiştim. Hele stada sadece bir kere gençliğimde gittim. Evlendikten sonra bey ne işin var o kadar adamın arasında diyip götürmedi daha. Zaten çok şiddet var gitmek de istemem. Kim kazandı ne oldu anlamadım, bağırdım çağırdım içimi boşalttım. Erkeklerin neden bu kadar futbola sarıldıklarını anladım. İnsan nasıl da deşarj oluyor bağırınca ol sesiyle. Ben arada çocuklara bağırıyorum, her hafta maça gelsem bağırmam aslında. Ama gidemem, hem erkeklerin arasına izin vermez beyim, hem futbol erkek işi kadına yakışmaz, hem futboldan da anlamam, hem işlerim aksar çocuklar var, hem de ne bileyim hiç düşünmedim.

Neyse çıkışta sordular "sonuçta yendik yani biz" dedim. Bir gün de olsa üzerimde erkek baskısı olmadan erkeklere ait bir mekanda dilediğimce eğlendiğim varolduğum için kendimi öyle hissediyordum. Sonra öğrendim aslında puan alamamışız mı ne? Yenememişiz yani. Çok bozulmadım. Seyircisiz cezası alan bir maça seyirci sıfatıyla giderek bir sıfır yenik olmayı kabullenmiştim zaten.

Klişe tiyatro oyunlarının sonu gibi abartılı bir dramayla bitirirken Şükriye Saraçoğlu olmadığımdan bu aşağılanmayı hiçbir noktada kabullenmeyerek izledim dün ki yorumları. Sponsorun orkid olmasından, karıköy'e, vuvuzelayı mı bir stad kadını mı tercih edersinize birbirinden dahiyane espriler yapıldı, yapılıyor. Aşağılanma amacıyla kadın ismine evrilmiş bir stad ve karıköy'e dönmüş bir kadıköy herkesi çok eğlendiriyor. Ay o gün futbol taraftarı nasıl komik nasıl komik şakalar espriler havalarda uçuşuyor. Güldük güldük gül gül öldük vallahi. Fotoğrafta çok komik mesela. Fenerli Fatoş çok komik. Hepinize 10 numara beyinsiz forması yaptırıcam. İsteyenler mail adreslerini bıraksın.

16 Eylül 2011 Cuma

şok edici kültür şok



Ülkemizin muhtelif eyaletlerinden gelen düğün videoları beni geleceğimiz adına mutlu ediyor. Ben çok normal aileler arasında yetişmesem de düğünlerde böyle oynayan amcalar tanımadım hiç maalesef. Sadece bir düğünde gelinden çok oynayan damat arkadaş, önümde bayılmaya durmuştu ve ben o sahneyi bilinçaltımın derinliklerinde saklıyorum. En son kafaya kravatın geçmesiyle koluna birileri girip hadi sigara içelim diye salondan çıkarmıştı damadı. Sanırım o sayede ayakkabıdan viski içecek kafaya gelmeden engellendi olay.

Şimdi bu videoların bir psikolojik, bir sosyolojik açıklaması olmalı diye bakıyor insan hep. Ben kendime neden diye sorduğumda kültürşok cevabını aldım. -yine kendimden tabi.- Çünkü dikkat ederseniz ilk 10 saniyeden sonra bir Grease müzikali kareografisinden alınmış figüre başlıyor arkadaş. Sonra aralarda özüne dönüyor, normal oyun havasına geçiyor. Ardından yöreye ait halay pozisyonuuuu, derken kafa yine karışıyor ve hemen bir Tarkan yaylanmasııı. Sonra yine oyun havası. -O oyun havası kültür diğer figürler şok'a girişi temsil ediyor. - Bir süre yine oynanan oyun havasından sonra arada bir Elvis Presley oluyor. Hemen ardından ise ölümcül vuruş elektrik boogie ile noktayı koyuyor abimiz.

Tabi bu sırada karşıdaki amcanın durumu "şok öyle geçirilmez böyle geçirilir" tadında kafa üzerinde sürünmeceye kadar varıyor. Allah'tan etraftan yetişiyorlar da amcanın kafa yerde sürünmekten aşınmadan kaldırılıyor. Ama ben o görüntüyü amcanın salonu o alnının üzerinde geçişini kolay unutamam.

Önümüzdeki hafta sonu arkadaşım Ceren'in düğününde aynen böyle oynayacağım, karşıma ikinci arıyorum.

13 Eylül 2011 Salı

alien vs bülent ersoy



Üşenmezsem yazacağım bilimkurgu kitabımda ruhsal obetize sınırını aşmış zengin ülke insanları protein ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak için fakir ülkelerin insanlarını yemeye başlıyor. Ben olur mu olmaz mı kurguyu netleştireyim derken Bülent Ersoy son albüm kapağıyla bana hem ilham hem cesaret verdi.

Aşktan sabıkalı -ki kanımca uzaylıdan sabıkalı olmalıymış- raflardaki yerini almış. Albüm yeterice satmazsa önce prodüktörden başlayıp, sonra genç sevgilisi derken tüm Türkiye'yi ve ardından dünyayı yiyecekmiş Bülent Ersoy.

Annecim çok korkuyorum.

Bu arada Gülben Ergenlik'le başlayan kaşsızlık modası bir çığ gibi büyüyor. Kaşsız Türk kızlarını sahalarda ve AVM'lerde görmek istiyoruz.

5 Eylül 2011 Pazartesi

çok kral bir insan




Bir insanın hem bıyıklı hem dişlek olmasına rağmen bu kadar karizmatik ve güzel görünebilmesine starlık deniyor. İyi ki doğmuşsun Freddy Mercury, çok tatlı bir insansın ve coşkun ilham verici.

Peace&Respect

4 Eylül 2011 Pazar

el öpenleriniz çok olsun




Eveeet geldik bir bayram tatilinin sonuna daha. Bu bayram tatilinde denenmemişi denedim ve herkes İstanbul’dan kaçarken ben İstanbul’da kaldım. Bu hareketten dolayı kendimi bir süre çok zeki hissetsem de bu his yerini sıkıntıya bıraktı tabi. 10 günün sonunda ev bir hobi sınıfına dönüştü. Şu an aynı anda örgü örüp, resim yapıp, roman yazıp, tahta zımparalıyorum. Makröme alıp bir de saksılık yaptım mıydı kafayı yemişliğimi tescillemek için noter çağıracağız.

Oysa herşey çok normal başladı. Şöyle ki;

Bayramın ilk günü münasebetiylen İstanbul'da kalmayı seçmiş kendini çok akıllı sanan insanlardan biri olarak sabah kalkıp anneme gittim, öyle yalandan bayramlaştık, harçlık vermedi, babamda vermedi, istedim ama kaale almadı. Oysa eskiden anne babamın elini öptüm mü babam elini sihirli bir kuyuya daldırmış gibi pantolon cebine sokar sonra da en küçük kağıt parayı büyük bir meblaymış gibi çıkarır, harçlık olarak verirdi. O zaman hayatını para üstleriyle geçindiren 3-8 yaş için haz noktasıydı o kağıt para.

E hadi harçlık vermediniz el öpeyim dedim. Onda da başarılı olamadım. Babamla böyle kısa süreli bir Süleyman Demirel’in elini öpmeye çalışan vatandaş mizanseni yaşadık. Ben eğildikçe o elini indirdi ben eğildim o indirdi. Tam bütün gücümle çektiğim elini dudağıma değdirecekken atik bir hareketle kaçırdı elini. O kaçırdıkça öpesim geldi, hırs bastı. Şimdi o vatandaşın azmini daha iyi anlıyorum.

Nihayetinde öpemediğim eller ve alamadığım harçlık faslı bittikten sonra annem baaaay yaptı ve çantasını kaptığı gibi arkasına bile bakmadan tatil yoluna koyuldu. Biz de İstanbul’da kaldığı için kendini çok akıllı sanan akıllı insanlar olarak bir sure birbirimize bakıp sonra da “e hadi dışarda bişeler içmeye çıkalım bari” dedik.

Çıkarken dedim ki “ama taksime gitmeyelim." Çünkü biliyorum ki olay Ölümcül Deney: Apaçi’ye dönüşecek, üzerimize gelen 3'lü 5'li apaçi gruplardan kaçalım derken sinir bozucu bir macerada bulacağız kendimizi. “Yok yeaa İstanbul bomboş baksana bişe olmaz” dediler. İyi dedim uyuzluk yapmayayım bayram bayram. Hem alış veriş yaparız dediler. Öyle kandırdılar beni.

Tabi meydana bir geldik ki, mahşer tatbikatı yapılıyor. Yılbaşı gecesinden hallice bir kalabalık ne yapacağını bilemez bir halde meydan ve İstiklal’in muhtelif yerlerinde konuşlanmış vaziyette. Her yerde duran insanlar var. Sonra sonra duranlara zoom yapınca bir kısmının Arap turist diğer kısmının Apaçi olduğunu anladık. Ama göte giren şemsiye açılır ki İstiklal’e ayak basıp geri dönmek mümkün olmadığından kendimizi Arap Apaçi denizine yavaşça bırakıverdik. Kimi yerlerde Apaçilerden kaçalım derken bir Arap’ın üçüncü karısı olma tehlikesiyle karşılaştık. -Hatta arkadaşlardan biri oldu galiba. En son bir Arap ailenin arkasında yürürken görüldü, sonra kendisinden haber alamadık. Mutlu olur inşallah-

Yolda arkadaşlarımızdan bazılarını Araplara üçüncü eş, bazılarını Apaçilere yem olarak versek de haritamızdaki mağazalara ulaşmayı başardık. Ama orada da bizi bizden daha çok parası olan, bir ülkenin bir kısmını işgal etmiş olmanın rahatlığıyla dolaşan Arap kızlar karşıladı. Hem misafirperverliğimizden hem de sayıca üstünlüklerinden aynı anda elimizi attığımız giysileri onların almasına izin verdik. Soyunma kabinlerindeki üstünlüklerine razı geldik. Onların yüzlerinde herhangi bir mimik olmadan yüzümüze bakarak yanımızdan geçmelerini sineye çektik. Sonra da arap turistlerin bize bakarken bir tişörta bakıyormuş ya da bizi görmüyormuş gibi davranmalarına daha fazla dayanamayıp yenilgiyi kabul ettik ve birşeyler içip evlere dağıldık.

Sonraki günler ben yaralarımı sarmak için kendimi güzel sanatlara ve el işlerine verdim. Kendime aynı anda örgü ipi-şiş, tuval-boya, zımpara-eskiciden sallanan sandalye gibi uğraşacak şeyler alarak, dışarıya çıkmamak üzere kendimi eve kapattım. Kazağın bir önünü bitirdim, resmin 3/2’si bitti, sandalyenin bel üstünü zımparaladım. Sanırım daha iyi hissediyorum. Daha da iyi olacağım. Ve bir dahaki bayramda Arapların karşısına daha güçlü çıkacağım.

Tüm bu olanlar bana birşeyi düşündürttü: Nerede o eski bayramlar?

Eskiden harçlık vardı, baba kredisi sonsuza kadar açıktı, rahatça el öpülür el peşinde koşulmazdı. Anneler bayram tatiline çıkmazdı evde oturup kek börek yapardı.

Sonra mesela bizim zamanımızda da Arap vardı ama bu kadar yoktu. Saygı çerçevesinde Arap vardı. Şimdi Araplar öyle mi heryerde bir Arap.

Öyle yani bizim zamanımızda Alman vardı. O da 3 tane bilemedin 4 tane. Denk gelince sarışın mavi gözlü cillop görmenin mutluluğunu yaşar, saygıyla keserdin. Sonra turist götürmenin bir abadı vardı. Şimdi turist bol amaaaa nerde o eski şaşkınlıkla etrafa bakan ürkek bir kuş edasındaki turistler. Kalmadı hiç. Şimdi hepsi Erasmus 31'ci gençlik.

Öyle yani. Hiç tadı kalmadı bayramların.

31 demişken dün gece çok seviyeli bir toplantıyla 31 yaşıma girdim. Ya da o da bana girmiş olabilir. Bence 30'dan sonra yaşlar insana girmeye başlıyor. Kaç yaşına girdin diye sormak yerine kaç girdi sana bu sene diye soralım artık birbirimize... Ya da hiç sormayalım... 30 yaş bunalımım hala geçmedi ya benim. Allah sağlıklı uzun ömür versin avuntusuna seneye geçerim diye tahmin ediyorum. Kısmet.

Bir de tam da bloga üye olan 900'üncü kişiye bayramda topladığım şekerleri ince şok poşetine koyup hediye edecektim ama bir baktım 900. kişimiz bedava, havadan üye olmuş. Ben de bu şekerleri 1000. kişiye saklayacağım. Malum önümüz Kurban. Ya da kalitelerine göre ayırıp güzel çocuklara iyi olanları, çirkin çocuklara en kötü kaliteyi vereceğim. Yan dairede bilinmeyen tropikal bir kuş gibi bağıran bebenin şekerini de şimdiden siyanüre yatırdım. Hele bi bayramlarda kapı kapı dolaşacak yaşa gelsin, en değerli pakete sarıp yemesini bekleyeceğim. Ve o sırada birden tıpkı onun gibi bbbrraaaaaaaaaaaa braaaaaaaaaaahhğğğ diye bağırmaya başlayacağım kanat çırparak etrafında. Evet yapacağım... O gün için yaşıyorum.

Bitiremiyorum farkındaysanız. Özlemişim.
Gerçek bir Ayşarman bitirişi yaptım. E o kadar Arap'a sürününce…

21 Ağustos 2011 Pazar

bir kedi yeter!



Pazar sabahına özel geçmişten getirdik sizler için.

Hayatı ve kafaları güzelleştirmek için bir kedi yeter! O kediyi çeşitli efektlerle çoğaltarak bu şekil keyfi ikiye üçe beşe katlayabilirsiniz.

19 Ağustos 2011 Cuma

bir dua, bir stil...


1500 yıldır yeşil tonların kreasyonlarda hakim olduğu bir moda anlayışına yenilikçi bir bakış açısı kim tarafından getirilecek diye merak içerisindeyken Tekbir Giyim haberiyle zaten 3 numara olmuş gözlerim iyice bulanıklaşıp sonra tekrar açıldı. Çünkü habere göre yeni kreasyon tanıtımını islami üsullere göre seçilmiş mankenlerin yaptığı Tekbir defilesinde bir süre tempolu ve günah olmayan şarkılarda yüründükten sonra ilahiler çalmaya başlamış ve mankenler cenaze namazı mizanseni gerçekleştirmiş. Arkaya tesbih ve takke gibi objelerin yansıtılmasıyla bir görsel şölene dönüşmüş olay. Defile sonrası after party niyetine de mevlüt okutulmuştur diye düşünüyorum ki bu kısım bir nebze daha normal bir bitiriş olur. Ama defilede cenaze namazı kıldıran, çıkışında da VIP konuklarını taşıyan özel jet ile Yusuf İslam dinleyerek umreye uçar gibi bir fanteziye koşar. Bu projede saçmalama sınırı yok çünkü.

Tam da olaya sosyolojik açıdan bakıp sermayenin el değiştirmesiyle birlikte islami kesim kendi burjuvazisini, yaşam tarzını, bakış açısını yaratacak felan diye kendi kendime yaptığım ciddi tartışmalarla zaten azcık kalan gençliğimi heba edecekken bu haber çok iyi geldi yea. Beni Türkiye'de yaşadığım gerçeğine ışık hızıyla döndürdü. Sadece şekilden nasibini alan bir bakış açısının temellerinin atılışının trajikomedisi bu çünkü. Channel Zemzem'e kadar gidecek yolun Merter çıkışlı başlangıcı. Badem bıyığın old school bulunduğu, cenaze namazlarında jilet gibi görüntüyle yürek hoplatılan, cuma namazlarını Mekke'de kılınıp akşam yemeğinin Kızıldeniz'e karşı yiyildiği bir fantezi dünyasına yelken açıyoruz.

"Şimdi Hira çok moda kızzııamm" diyecek sanki az sonra sanki biri.

Ben bazen çok abuk rüyalar görüyorum. Böyle pencereme konan kuş havalanırken robot bir ejderhaya dönüyor falan. Kendi kendime soruyorum acaba uyurçeker miyim bu ne kafası diye. Hayır fantastik bir film falanda izlememişim, öyle bir görüntüye maruz kalmamışım. Allah allah diyorum hayırlısı diyorum hep. Ama bugün bu haberle tüm bu rüyaların nasıl bir bilinçaltından çıktığını anladım, aydınlandım. Bu kadar fantastik bir ülkede yaşarsan rüyanda bakkal Nuri'nin aslında derin donduruculu bir buzdolabı olduğunu da, peynir yemezsen mafya babası tarafından öldürüleceğini söyleyen dans eden tavuklarda görürsün. -Bu rüyalar tarafımdan görülmüştür.-

Yaktınız kafamı yaktınız.

Bir zaman mecliste Atahhmmmm iran olucaz öğüüüüüü diye ağlayan cehapeli teyze kontenjanından milletvekilleri vardı. Hala dün gibi güldürür. Ama şu aşamada Atam İran'da olamıcaz ne olucaz biz yaa?

NOT: Bunca zamandır beni okuyup yukarıdaki açıklamayı bana yaptıran okuyucuya küserdim ama bayram dolayısıyla küssem de hemen barışmak zorunda olduğum için şu an barışığım. İkrah ettim, illa kendimi açıklıcam di mi. Tebrikler ayakta alkışlıyorum şu an. Kırgınım vala.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

fotoğraftaki ünlümüz kimdir?




A) Belkıs Germiyanlıgil
B) Ajda Pekkan
C) Nurdan Kaşıkçı
D) Lady Gaga

Yaaaa. Ne demş Nasrettin Hoca "ye kürküm ye" Benden size Ramazan kıssadan hissesi olsun. Akşama da karagöz hacivat var beklerim.

Styleboom'dan çaldım fotoyu. İkrah özelde kullanıcam dedim, kırmadı verdi. Sibel Can ses tonuyla söylüyorum bunu da.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

yasaklanmayacak canlılar listesi



Şimdi abazana dur demedikçe önüne gelen herşeyden tahrik olmaya ve dolayısıyla göz önünde dürtemeyeceğinden de tahrik olduğuna yasak koymaya başlıyor. Ve bu abazanların tahrik olma gücü o kadar yüksek ki yasaklanmamanız ya da dürtülmemeniz imkansız gibi birşey.

Bu nedenle eğer aşağıdaki listeden herhangi biri değilseniz, yüksek ihtimalle yakında yasaklanırsınız.

Dürtülemeyecek dolayısıyla yasaklanmayacak canlılar listesi:

1- Örümcek -malum hikayeden dolayı kutsal-
2- Peygamber devesi böceği -isimden yırtıyor-
3- Sarı çiçek
4- Arı -altıgen petekten yırtıyor-
5- Kedi -uykudan yırtıyor-
6- Hurma
7- Gül ağacı -çarpılma korkusundan yırtıyor-
8- Ak sakallı dede
9- Güvercin -doğru yere yuva yapınca yırtıyor-
10- Deve
11- Karınca
12- Koç
13- Hüdhüd kuşu
14- Peygamber kılıcı çiçeği -isimden yırtıyor-
15- Rasim Ozan Kütahyalı

Valla liste bu. Dışında kalanlara geçmiş olsun. Herkese, hepimize.




8 Temmuz 2011 Cuma

bir kedi yeter!



Yalnızken köpek taklidi yapan kedimiz kameralara yakalandığını anlayınca kedi miyavlamasına geri dönüyor. Ben de küçükken şarkı söylerken yakalandığımda andımız okumaya başlardım.

Hayatı ve kafaları güzelleştirmek için bir kedi yeter. Kediniz böyle manyaksa hayattaki diğer manyaklara yer de kalmaz, tertemiz olur hayatınız.

7 Temmuz 2011 Perşembe

joaquin cortes'in telefonu olan var mı?



Kendisine diyeceklerim var.

İzninizle onu insan ırkının en güzel yaratılmışı seçiyorum. Başka hiçbir erkek dans etmesin, kadın bel kıvırmasın lütfen. Herkes izlesin feyz alsın.

Yaa ben bu adamın varlığını ne güzel unutmuş mutlu bir evlilik yapmıştım. Dün gece Saba Tümer'in tekrar programında karşıma çıktı yine. Gecenin bir yarısı fal taşı gibi açıldı gözlerim. Bey kızdı. Dişlek bu herif dedi ama çok geçti artık. Nasıl unutacağım tekrar, bilmiyorum.

Bu adam bana varsa Dudullu'daki arsayı üstüne yaparım.

Yaparım valla bey kusura bakma. Cortes bu boru mu?

4 Temmuz 2011 Pazartesi

efes pilsen mahşer


Dün ve evvelsi gün vuku bulan Efes Pilsen One Love Festivali'nden girelim. Yaşlılığım münasebetiyle iki güne de son grupları izlemek amacıylan katıldım. Yine de katılmaz olaydım. O kendini bilmez arsız gençliğin başka gidecek yeri yokmuş gibi tüm enerjisiyle orada olması bazı bazı sinirimi bozdu. Sadece yeşil kafalı gotik bir kız vardı böle topluca. Onu çok sevdim. Ama tuvalet sırasında götüme kaçan kız, seni hiç sevmedim. Çünkü götüm götüm götümün dibinde duran insanları hiç sevmem. Hani böyle bazıları vardır arkadan yürürken soluğunu hissedersin. Gel götüme gir istersen taşıyım seni gideceğin yere kadar demek istersin. İşte aynen öyle bir kız vardı ilk gün 45 dakikalık tuvalet sırasında tanıştık. Mütemadiyen dokanma, böle bi dengesizlik, sürtünme, sıcak. Bir dedim iki dedim, büyüğüsün dedim yapma dedim ama son noktada "Pardon siz sarhoşsunuz sanırım" sözcükleri buz parçaları olarak döküldü ağzımdan. Kız "yoooo" dedi. "Hmmm peki tansiyonunuz mu düşük bi dengesizsiniz. hayırdır. Bana devriliyorsunuz da" dedim. "yooo farkında diilim" diyip bir adım geri çekildi. Bir an kavga çıkarmakla çıkarmamak arasında gidip geldiğini hissetsemde kibarca sorduğumdan kötü sözün sahibi olmak istemedi. Kıyamam.

-Yılların küçük kızlar konusunda bana öğrettiklerinden biri onlara kötü bişe bile deseniz kibarca söylediğinizde kedi yavrusu gibi cevap verdikleri. Geçende konser sırasında tuvalete gitti diye yerine geçtiğimiz bir minik kız geri döndüğünde "pardoaan ama burası benim yeriaam" dedi mesela. Yüzüne bir anne şevkatiyle sırıtıp 5 yaşında şımarık ve birkaç sene sonra yatılı okula vereceğim küçük kızıma anlatır gibi "ama tatlım konserde benim yerim olmaz kiii. Okul mu burası" dedim, kolunu okşadım. "Amaaa yaaa" diyip dudak büktükten sonra yanımızda durmaya ikna oldu. Kız da benim iki katım kavga çıkarsa kesin döver şahsen. Genç irisi böyle, bir ekmek yiyordur bir oturuşta. Ama işte dediğim gibi sinsi bir kibarlıkla ağzıma geleni sayıyorum hem ben rahatlıyorum, hem karşımdaki kırılmıyor.-

Neyse tuvalet mevzuu büyümeden işeyip dışarı çıktığımda Manic Street çooktaaan sahneye çıkmış o ruhsuz performansını sergiliyordu. Yeaa abicim o kadar yol tepmişsin iki değişik akor bas di mi ya? Kasetten dinlerdik biz gelmeseydin yormasaydın kendini hissiyatıylan ilk günü alanı terkettik.

Ertesi gün ise gençlik abarmıştı. Metrekareye 4 gencin düştüğü ve bunlardan ikisinin zevzek diğer ikisinin yeaa festival ruhuuu vuhhuuu dediği bir ortama attık adımlarımızı. Neyse gençler eylensin önden Suede izleyip kaçıcaz zaten dedik ama o da ellerim bomboş yüreğimde bir sızı ateşe atılmış bir demir gibi kor hala romantizmine dönüştü. İlk birkaç şarkıda noolmuş bu adamın sesi mi kısılmış dedik ama baktık her İngiliz gibi motor sonradan ısındı. Birkaç şarkıda keyfimiz yerine gelmişti ki tempo yine düştü, derken siyatiklerim azdı. Bey dedim dönelim de sen bir bardak kapat benim kuluçlara. Öle döndük.

Dolayısıyla festival izlenimlerimde bunlardan ibaret: Göte kaçan kız, gotik kız, tuvalet sırası, bayık street, süet, sahtekar pezevenk gençlik


He bir de dün sincap gördüm, hayatım değişti.
Bir de Sezgi'yi gördüm festivalde. -Sincaptan bahsetmişsin benden niye bahsetmedin diyor. Al bahsettim, sen de bir sincap sayılırsın.-

19 Haziran 2011 Pazar

gerçek bir gedik


Bir süredir daha iyi kalpli bir insan olmaya çalışırken dün akşam televizyonda Ömür Gedik'i görmemle birlikte aylardır içime ektiğim iyilik tohumlarının hepsi aynı anda kurudu. O saldırgan ve her daim sinir krizinin eşiğindeki insan tekrar canlanıp, boyun ve şakaklarımdaki damarların kabarmasıyla dönüşümünü tamamladı. Oysa seçim sonuçları ve Teoman dahil her türlü zorluğa göğüs germiş kendimi dizginleyip, günlerimi dondurma yiyip, sakince kitap okurken bacak kıllarımı kopararak geçirmeyi başarmıştım.

Ama dün gece Gedik'in çatlak sesi uyuyan devi uyandırdı, birikmiş kinimi ve nefretimi su yüzüne çıkardı. Çirkine, yeteneksizliğe, cahilliğe, ordan da bilmeden sallayayım, burdan da öğrenmeden atayım önemli olan yolunu bulayım anlayışının ve bu anlayışa verilen primin en güzel örneği Ömür Gedik'in müzik eşliğinde canavar ağzından çıkan detone sesle yayıldı evrene.

Kendisi sinemadan en fazla benim kadar anladığı halde sinema eleştirmeni olarak nam salmış, ancak dediğim gibi sinemadan anlamadığımdan sesimi çıkaramamıştım . Sinema izleyicisi tepki göstersin şimdi ben bilmeden bu kadın filmlere yaptığı sikim sokum yorumlara kafa yoramayacağım demiştim. -O canavar dişleri ve bakışıyla s leri tıslayarak yaptığı hiçbir yorumu da dinlenedim açıkçası. Onu bir yerde görünce tipine bakmaktan ne dediğini anlamaya sıra gelemiyor çünkü. Garip bir kitlenme yaratıyor insanda.-

Ama kendisi her cahil gibi bununla kalmadı, bokunu çıkarayım leveline atladı. Bugün sinema eleştirmenliğine ses çıkarılmayan Gedik, ulan hiçbişe bilmeyerek sinema eleştirmeni olabiliyorsam, şarkı söyleyemeyerek de şarkıcı olabilirim aymasına o dişlek dişleriyle alt dudağını ısırırken vardı. Yanına ikinci bir nefret unsuru Toman'ı da alıp portakal hep orda kal isimli şarkısına klip çekti. Şaşırdık mı şaşırmadık. Toman'da yeteneksize verilen prim kadrosundan müzik dünyasına kazandırılmış bir isim ne de olsa. Neyse yetti mi yetmedi, klibi her yerde döndü, göya popüler kültürü yermekle ünlenmiş Bayılgen'e konuk edildi. Kimse soramadı ki yaa sence sen bu şarkıyı söyleyebiliyor musun şimdi diye. Şaşırdık mı yine şaşırmadık. Bayılgel Türkiye'nin en büyük Abdurrahman Çelebilerinden biridir çünkü. -Tabi olayın altında bi de hayvanlara yardım var ki konuya girmek bile istemiyorum. bir türü kurtaracam diye başka bir türü sikmek nedir onun cevabını arıyorum sadece.-

Ömür Gedik seneye en iyi çıkış yapan şarkıcı ödülü de alır. Ve hatta az daha kasar Eurovision'a gider Türkiye'yi temsil eder. He etmesin mi etsin tabi. Çünkü bugün Türkiye'yi temsil edecek biri varsa o kesinlikle Ömür Gedik'tir. Abdurrahman Çelebiler memleketi, çirkine, cahilliğe ve yeteneksizliğe prim verme cumhuriyeti Türkiye'yi layıkıyla temsil eder.

Ne de olsa her sikim hıyar diyene tuzla koşan hazır bir kitle de var.

Sizleri ve tüm insanlığı buradan bir kez daha çirkine, yeteneksize, cahile prim vermemeniz için uyarıyorum. Bakın önüne geçilemiyor sonra diyorum. Bugün bir Lady Gaga'nın albümü bir haftada bir milyon satıyorsa, Ömür Gedik albüm yapabiliyor, Okan Bayılgel 5864. programını yapabilyorsa bunlar hep sizin yüzünüzden. He kimse de üstüne almıyor. Ama ben vermediysem sen vermediysen kim verdi bu primi. Bkz. son seçimler.

İlle de hep orda kallı bir şarkı dinlemek isteyenleri de aşağıdaki linke yönlendiriyorum.

http://www.youtube.com/watch?v=lrgjYcp4b90

7 Haziran 2011 Salı

aşkımızın videosu olsun



Şimdi böyle videoların hastasıyım ben o yüzden sizinle de paylaşayım istiyorum. Takip edenler bilirler hala efsunu çözülmemiş bir Terry'nin çakmak çakmak gözleri videosu vardı mesela hangi kafayla nasıl hazırlandığını tam olarak bilemediğimiz, nasıl bir romantizmin yansıması olduğunu kestiremediğimiz.

Bu videoda da kavos teros zitriyani naçeku vaşeku ibstriyati şeklinde romantizm kokan sözlerle ve hafif oynak ama araya giren org sesiyle kalbimizi aşka hazırlayan müzikle Hürrem ve Sülüman'ın o muhteşem tutgusunu izliyoruz. İçimiz hem kıpır kıpır oluyor hem hüzünleniyoruz. Hürrem'in patates çuvalı zerafetinde bayılışını, Sülüman'ın her olaya misket gözlerle bakıp, ağzını ayırışını, sonra yine Hürrem'in thriller dansıyla Sülüman'ı kafalayışını izleyip öyle bir aşkın kollarında, sarayın entrikalarında var olmak istiyoruz. Arkada da bu karmaşık duygularımızı dinginleyen o müzik.

O tarafların -ne tarafların derseniz işte Hürrem'in taraflar, Polonya'dan al Sırbistan, Hırvatistan, Bulgaristan in aşaa- müziklerinde hep böle bir karışık ruh halleri var zaten. Böyle çift duygulu.

Geçen Sırp bir taksiciye denk geldik mesela. -Evet geldik valla bana da ilginç geldi. Eee İstanbul bir kozmopolit hedef 2023 NY'den neyimiz eksik- Sırp taksici baktı bizim tip göçmene benziyor, burunda kemer tastamam, ten peynir, dayadı Sırpça müziği. Tüm yolu ızdirvidtro lakle visrto şekilde altta bol çıkkıdılı üstte en ince sesli org notalı eller havaya çok çeşitli şarkılarla gittik. E keyfimiz de yerinde sesi de körükledi. Hatta bir şarkıda biz ellerimizi koyduğumuz yerde parmaklarımızla ritim tutunca "abi bu şarkıyı biliyor musunuz?" dedi. O kadar havaya girmiştim ki "hee biliyorum yaa" diyip eşlik edecektim ama bey "yoo bilmiyoruz" dedi. Hee çok ünlü abi bu Türkçe bir şarkıdan çevrildi dedi. Bir süre hangi şarkı acaba diye dinledim, sanırım Serdar Ortaç'ın herhangi bir şarkısı olabilir.

Düğün fotoğraflarımı böyle bir çalışmayla ölümsüzleştirmek istiyorum. Doğru şarkıyı bulursam aynı romantizmi yakalayabilirim.

Videoyu nerden buldum? Hürrem ve Sülüman'la ilgili videolar izliyorum boş zamanlarımda. Hatta Gülben Ergenli varrroşşş Hürrem'i indirip baştan aşaa izlemeyi düşünüyorum.

Hürremciyim, cümcük dudaklı Mahidevran çatladıkça içimin yağları eriyor. Neden? Güce tapıyorum ve kötü kalpliyim.

bir kedi yeter!



Benim kedi neden yapmıyor böle numaralar? Coşkun sucuk fabrikasına vericem onu. Şaka şaka vermem. Halı yapcam ondan. Şaka şaka yapmam. Doldurtucam onu. Şaka şaka

Hayatı ve kafaları güzelleştirmek için bir kedi yeter! Hele bir de bu karayı al parayı oynayabiliyorsa sabahtan akşama döndür dur. Sinir stres kalmaz.

30 Mayıs 2011 Pazartesi

yaşasın kabilelerin kardeşliiii ği



Dün hiç tanımadığım bir apaçiye sırf konsere girebilsin diye usulca sıyırıp bilekliğimi verdim. Evet verdim. Ama verirken de tembihledim. Bak dedim veriyorum ama içerde apaçilik yapacaksan, karıya kıza sarkacaksan hakkımı helal etmiyorum dedim. O da yok ya sen bizi yanlış anladım bizim amacımız farklı dedi. Hee nedir peki amacın müzik mi söle bakim kim çalıyor şimdi dicektim ama gece geç olduğundan polemiğe giremedim.

Birinin gözleri çok acayipti böyle kocamandı. Hani cnbce'de bi dizi vardı ya uzaylı dizisi gibi bi kızın gözleri simsiyah oluyordu pörtlüyordu. Öyleydi işte çocuğun gözbebeği tüm gözünü kaplamıştı. Ama dedim herhal cinsi öyle. Zeytin gözlü böyle birşey olsa gerek. Sonra eve geldim beye anlattım. Aferim kesin bişe atmıştır daha patlamamıştır dedi. Tüm geceyi inşallah içerde bişe yapmaz birine yarın manşetlerde konserde dehşet diye bir başlıkla karşılaşmam diye dua ederek, atak halinde geçirdim.

Ama hiç kötü niyetli birilerine benzemiyorlardı. Benden en az 10 yaş küçük, çok kibar apaçilerdi. Zaten festivalin sonuydu. Dedim almazlar sizi bu saatten sonra içeri, bileklikleri çıkardığımız belli olur zaten dedim. Yok biz hallederiz, bileğinizi alabilir miyim dedi. Allah dedim altın bilezik için kol kesenler gibi festival bilekliği için kolumuzu keserlermiş -allahım sen koru- çocuk baktı böle aşkolsun dedi güldü felan. Neyse kuzenin bilek incecik tabi. Fıst dedi çıktı. Çocuk bir de benim bileğe bakıp bundan hayatta çıkmaz yaa demesin mi. Aa dedim terbiyesiz. O hırsla zorladım bende çıkardım bileğimden. Öyle teşekkür ettiler gittiler. Biz de saf saf iki apaçiyi ortamlara sokmanın haklı gururunu yaşadık. İçerde onca hipster'ın içinde 2 tane orjinal vardı zaten. Hiç sallamadan kimseyi apaçi dansı yapıyorlardı.

Zaten Leadfield bence apaçi festivalinde çıkmalıydı. Layığını buldu. Açık havada trans çadırı havasını verdi yıllar sonra bize, tebrikler.

Ama Noisettes'in hem götü hem sesi inanılmaz güzeldi. Cyristal Fighters desen zaten çok beyenerek izledik.

Not: Şimdi buradan beni bilekliğimi apaçiye verdim diye dava etmeye hazırlanan avukata sesleniyorum. Gecenin bi vakti iki kız önümüzü alandan 100 metre ötede iki adam keserse çantamı da istese verirdim. Asıl ben sizi güvenlik açığından şikayet ederim. Karşılığında da tüm konserlere bedava giriş alır, hayatımda daha konsere festivale para vermem.
Notun notu: Bu video adamlaryapıyor'dan geldi. Beni mafetti.

27 Mayıs 2011 Cuma

bir kedi yeter!



Kendisi de bir kedinin yettiğini düşünüyor olsa gerek bir tane doğurmuş ona sarılıp uyuyor şellafe. Aferim.

Robonuts gönderdi. Bu güzelliği herkes görsün diye aha buraya ekliyorum. Bunları enselerinden tutup hop diye ağzıma atar çiğnemeden yutarım. Evet bu da benim sevgi anlayışım.

Bu ara buralara pek uğramıyorum ama dönüşüm muhteşem olacak onu sölim de belki gaza geliriz hep birlikte.

12 Mayıs 2011 Perşembe

püskevit diyince akla hemen onun adı gelir

Timsah.com
İzleyin:


Dalga geçiyoruz gibi dursa da hafiften bir sempatiklik kazandırmıştır Bahçeli'ye bu olay.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

şşt alsana lan beni... alooo



İzleyenlere belli bir gaz verir duygusuylan koyuyorum aha buraya. Şimdi mart yavruları tam kıvamındadır çünkü. Alın lan birer tane. Bak kedi alanı kıyamette kediler geçirir sırat köprüsünden, cennete mırmır sesleriyle uyur. Kabir azabı çekmez kediyle oynar. Valla bak.

Şehsen benim kedi bi de konuşsa hiçbirinizle muhattap olmam. Doğruya doğru. Alınmaca yok.

Mama istiyorum, kakam geldiden başka ne der acaba piç? Onları şimdi de söleyebiliyor çünkü. Sağolsun bağırarak söylüyor. Despot biraz. Konuşsa kesin küfreder hep, zinci zaten letz play me yo madafaka falan der. Kime çekmiş lan?

Kedisi olmayan kedisiz kalmasın. Tüy olur, kötü kokar yalan onların hepsi. Hadi abilerim ablalarım. Pamuk kediler eve.

3 Mayıs 2011 Salı

internete 'girmek' mi? aa ne ayıp


Şimdi ben daha çok küçükken dayımın çok sevimli bir arkadaşı demişti ki "Bak, dünyadaki herşeyin nedeninin altında seks yapma isteği yatar. Bu kadınlarla bu erkeklerin tek amacı sikiş. Savaşlar, kavgalar, edebiyat, bilim hepsinin altında bi tane neden var sikiş." O zaman Allah Allah kafayı yedi galiba diye düşünüp yüzüne tamam anladım demiştim. Gerçi sonra öğrendik ki Freud söylemiş zaten yüzyıl önce. Sonra büyüdükçe büyüdükçe de anladım zaten doğruluğunu. Son zamanlarda olan olaylarla ise damarlarımda hissediyorum.

Görüyorum ki bu duygu öyle güçlü ki biraz bastırdığında ortaya çok trajik durumlar çıkabiliyor. Mesela biz hergün yeni bir abazanın sırf yeterince sevişememesinden kaynaklanan, onun tahrik düzeyine göre ayar çekilen kurallara uymak zorunda kalıyoruz. He yeni bir sorun mu, değil. 'Çok afedersiniz' Alamanya'nın Götingen şehrinden geliyorum diyen ataların, mesaj atarken sıkıldığını aman sikildim olacak diye kimseye söyleyemeyen ecdadlarıyız. Dolayısıyla atılamayan sikinti de içerde bir şişme yapıyor. E sikintimizi mesaj atıp karşı cinsle iletişime geçemediğimizden etrafımızda baktığımız herşey bize sikişi, ayıpçılığı hatırlatıyor. Sırf bu takıklık yüzünden denizcilik işiyle uğraşıp bayaa taşaklı bir mevkide olan adamın geminin kıçı diyemediğini duydum yakın zaman önce mesela. Kıç diyemiyor adam. Artık nasıl bir fanteziyse geminin kıçı olursa onu da sikmeye çalışacak demek ki.

Üstelik ilk önce bir takım reklamlardan, görsellikten rahatsız olmaktan şimdi kelimelere kadar indirilmiş durumda olay. Göt, meme, sik, yarrak, sok gibi tek başına kullanılmalarının dışında sokul bana, adam gibi kelime hecelerine kadar geldik. 'Düşünsene yaww sokul'un içinde sok, adamın içinde am var' diyip yasak koymaya çalşıyor şimdi bu iç sikintisi.

Peki aynı mantıkla ben dolmuşçuya para verdiğimde dolmuşçu bana arkasını dönüp hanfendi bu para eksik dedi mi ne yapacağız? Ağzını topla şöfeeeer ne biçim konuşuyorsun sikli mikli mi diyeceğiz şimdi? Sonra devlet içinde kaymakamlık diye bir mevki var. Tahrik düzeyi son derece yüksek bir mevki. O ne olacak?

Tüm bunların birbirine benzeyen birkaç açıklaması olabilir: Bugün bu yasaklarla karşımıza çıkanların ya hepsi eli çükünde gezen büyük 31'ciler. Ya türlü anlamsız nedenlerle yasak koyup, baskı psikolojisini üzerimizde hergün hissetmemizi isteyen kurulu adamlar. Ya da yine birinciyle bağlantılı olarak, interneti pornodan ibaret birşey sanıyorlar. E bütün gün porno sitede gezersen öyle sanırsın tabi -ki konu yine 31'e gelir.-

Diğer yandan internet işi yapan, bu dünyadan ekmek yiyen insanların hala daha bu yasağa bile karşı bir harekete geçmek yerine ayy hadi 138 yasak kelimeli bir hikaye yarışması yapalım da yasak anında bile kim daha yaratıcı olacak bir görelim gibi sikim sokum işlerle uğraşması da sinirimi oynatıyor. Hayır tüm bunların ciddiyetinin kavranması için birgün kalktığımızda bilgisayarlarımızda çağlayan bir pınar görseli görmemiz gerekiyor herhalde.

Özgürlüklerimiz hergün parça parça kesiliyor. Piksel piksel kesiyorlar ki infiale neden olmasın. Screen saver modundan çıksak iyi olur.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

bir kedi yeter!


Hayatı ve kafaları güzelleştirmek için bir kedi yeter! Arkadaş kolejde okuyor, basketbol oynuyor. Koçu kendisinden çok memnun, yeterli puanı alıp iyi bir üniversiteye kayıt olacak inşallah.

27 Nisan 2011 Çarşamba

yemeyen kaldı mı beyler?




Birileri zengin olsun diye bu kadar saçmalanır mı yeaa? İsteseydiniz verirdik biz cebimizde kalan son parayı da. Kanala gerek yoktu. İstanbul'dan yemeyen kalmasın. Taşı toprağı bittiyse suyuna banın.

Gerçi bir ülkenin başbakanı Şahan skeçiyle aynı vaatleri veriyorsa o ülkeyi çok ciddiye almamak lazım. Şahan'ın 2008 yılındaki birebir aynı vaadi veren skecini de aşağıdan izleyebilirsiiz.

http://www.youtube.com/watch?v=_N0RUD-tEZY&feature=player_embedded#at=148

Sana dün bir tepeden baktım yazık İstanbul.

25 Nisan 2011 Pazartesi

punk is not dead, neşe doluyor insan



Stadlarda da böyle şarkılarda böyle gösteriler yapsalar minikler hiç üşümez. Pogo yapar ısınırlar.

19 Nisan 2011 Salı

türkiye'nin ilk emo'suyum


Birçok insan tarafından az daha bed biri olsam kazulet olarak anılacak olsam da aslında içimde bir yerlerde çok kırılgan ince biri var. Valla bak. Hatta eskiden Afrika'daki çocuklara üzüldüğüm için ülser olmuştum ama kimseye inandıramamıştım. Yani söylememiştim bile daha doğrusu. Çünkü büyük şehri onlara yardım için terketmiş çilli bir misyoner olmadığım sürece Afrika'ya üzülemem diye düşünüyordum. Yani öle inanç vardır ya insanlarda. Afrika'ya bir tek rahibeler ya da sarı kızıl tüylü Avrupalılar üzülürmüş gibi.

Afrikaya üzüntüm şöyle başlamıştı. Lise ikideydim sanırım. Afrika ile ilgili korkunç çocuk ölümlerini gözler önüne seren bir belgesel izlemiştim. Bir çocuk daha çekimler sırasında açlıktan ölmüştü. O belgeseldeki gözlerinde sineklerin yürüdüğü karnı şişmiş çocuklar günlerce hatta haftalarca gözümün önünden gitmedi. Aklımı yitirmiş gibi duvara baktığım günlerin sonunda da inanılmaz derecede midem ağrımaya başladı. O zaman ki yengem şimdi ki kankim yani birleştirirsek kanyem sağolsun dünyanın en gamsız insanı olarak beni mide ağrımın artması üzerine geceni bi vaktinde doktora götürdü. Gamsız diyorum, bir gamı vardır elbet dünyada olmayan insan yok ama en sevdiğim hayvan tavuk, çevirmesine bayılıyorum diyebilecek kadar gama sahip diyelim. Gam anlayışımız farklı yani.

Neyse gittik doktora dedim işte midem ağrıyor. Hmm dedi muayene etti ağrının tarifini sordu sinir stres yaşadın mı felan dedi. E tabi ben Afrika'daki aç çocuklara çok üzülüyorum diyemedim yukarda anlattığım sebepten ötürü. Bir de adam doktor, sınır tanımayanlar düşünsün sana ne oluyor diyebilir diye düşündüm. Yani aslında tam dicektim, açacaktım kendimi de "liseli misin sen?" dedi. kanyem atladı "hee" dedi liseli. Doktor yapıştırdı cevabı "e tabi üniversite hazırlık stresinde böyle stres kaynaklı mide ağrıları ülser gastrit gibi problemlerle karşılaşıyoruz." Kanyem de bakıp "keh keh keh evet evet ondandır" dedi. "Tam stresli zamanları tabi" dedi. İkisi birbirlerine bakıp garip bi şekilde bu dosyayı da kapatmanın rahatlığıyla kehkehkeh diye beşlik simit gibi gülüştüler. Ben de öle baktım sadece.

Bana bi ilaç verdi mandadeviren plus, o yazı yatakta gökyüzüne bakarak geçirdim. En ufak bir sinirlenme de streste elektrik verilmiş gibi kasılıp kendimi yatağa atıyordum. Şimdi bile inanılması zor şaka gibi bir hastalıktı. -Var böle şaka gibi hastalıklar. Bir kere uzun süre görmediğim arkadaşım beni aramıştı naber yaa nasılsın diye şakalı esprili konuşurken aayy sorma ya şekerim ben de verem oldum dedi. Ben de hahahaha ah canım nooldu kim verem etti seni dedim. O da yok lan gerçekten verem oldum hastanede yattım 3 ay demişti mesela. Şaka gibi hastalıklar dosyamda sakladığım bir anımdır. Evet böyle dosyam var. Bir tane daha anlatayım mı? Arkadaşımın dedesi albino olduğu için soyadı kanunu zamanında akbay soyadını almış mesela. Şaka gibi hastalık hikayesi.


Şimdi nereye geleceğim. O zaman ki gibi bir ruh halindeyim son zaman. Şimdi ki gerekçem ise gelecekten umutsuz olmak. Ama geleceğinden umutsuz olmak aslında elle tutulur bir mutsuzluk nedeni değilmiş gibi ya "nooldu lan" diyince yaa geleceğimden umutsuzum etrafımda olan herşey beni çok üzüyor diyemiyorum. Eşşek kadar kadınım ne öyle emo gibi. I don't belong here mı yazayım duvarlara. Cif'le küvete yazıyorum ovmadan önce gerçi, kimse görmüyor.

Tee Afrika üzüntüme aldığım tepkiden sonra da kendimi önemli bişe olmadığına güdülüyorum. Çocukluktan aldığım terbiye bu çünkü artık. Umutsuzluğumdan kaynaklanan mutsuzluğumu reglime, kahkülümün tek tarafının yukarda durmasına -üstelik maşa, düzleştirici, fön demeden yukarda duruyor.- fazla çikolata tüketmeme, havalara, istediğim tecavüz model BMW'yi alamama falan bağlıyorum. Akşamları çekirdeğimi alıp dizilerin karşısına oturuyorum, gece yatarken ise yarın sabah ne giyeceğimi düşünüyorum. Sabah kalktığımda ise o düşündüğüm şeyi giyinmeyip birkaç kıyfeti giyip çıkarıp yine hep giyindiğim kombinasyonu giyiniyorum. Arada bazı hücrelerim birkaç kelam birşeyler yazıp, birşeyler çizmek istiyor ama hemen susturuyorum. Ütü yap, lavaboyu ov, buzdolabını temizle komutlarıyla biniyorum hücrelerimin üstüne vuruyorum kırbacı, vuruyorum kırbacı. İyi oluyor hücrelerim hemen kendine geliyor. Öyle küçük bir hücre olup başkaldırmak, farklı birşeyler söylemek ne demekmiş gösteriyorum onlara. Çoğunluk böyle istiyor hücre efendiiii, kendini ne sanıyorsun sen. Ben senin karşına 1 milyon hücre çıkarmayı da bilirim ama bağışıklık sistemim bozulsun istemiyorum diyorum, korkutuyorum. - Teşbihin bokunun çıktığı an-

Çok üzülüyorum olan herşey için. Valla bak. İnsanların gözlerinin içine baka baka söylenen yalanlara, birisi bıçaklanıp can havliyle bağırırken yanından geçen adamın aymazlığına, gençliğinin en güzel yıllarını stres altında geçirdiği yetmiyormuş gibi hile hurda ile hakettiğini bile alamamasına, karşına hayatı boyunca çıkacak eşitsizlikten önce 10.000 genç çıkarılacağına, birilerinin görmezden gelinip, ucube suretlerin ağızlarının köpürerek her akşam televizyonlarda hırlamasına, dayak yiyen öldürülen kadınına, çocuğuna, sırtında binlerce ağırlık taşırken günde 12 saat hiçbir güvencesi olmadan çalışan adamına.

Bir tek şairlere ve sürgünlere özel birşeymiş gibi ya insanın memleketi için üzülmesi o yüzden bana bile çok inandırıcı gelmiyor üzüntüm bazen. Yok lan diyorum tam yumurtlama dönemimdeyim o yüzden böleyim diyorum.

Ve hatta canlı canlı şahit olduğum Melih Gökçek Ankara Kedisi dansı bile keyfimi yerine getiremedi o gün. Ama yine de sizin getirsin diye fotosunu çektim.

Blogspotun açılışının şerefine bu yazıyı yayınlayayım dedim. Yani habire açılıp kapandığından her açıldığında onun şerefine yayınlamış gibi oluyorum. Sonra kapanıyor. Yine açılıyor yine onun şerefine yayınlıyorum. Yani öyle bişeler. Ayrıca fotoya balona gerek yok gözler herşeyi açıklıyor.

11 Nisan 2011 Pazartesi

bir kedi yeter!


Hayatı ve kafaları güzelleştirmek için bir kedi yeter! Hele bir de enerjisini koltuklarınızı yırtıp perdelerinizi parçalayacağına yoga yaparak atanına denk gelirseniz hayat size güzeldir. Denk gelemezseniz size yoga tavsiye ediyoruz. Sinir atımı bakımından. (Ben hiç denk gelemedim. Şu an ki piç Ozzy evde berjerin tekini yemekle meşgul. Yarıya kadar yedi zaten berjer oldu mini koltuk. amk piç.)

30 Mart 2011 Çarşamba

rektum koçluğu 250 tl yerine 240 tl


Allahsızlıkla ilgili en güzel anım şöyle:

Teee biz küçükken Ortaköy'ün sıkıcı banklarında punk grunge bebeler otururken, biz metal müzik eşliğinde tıngır mıngır sallanırken birgün oralarda bir barmen arkadaşımız bize atıp tutuyordu. Yok işte Allah diye birşey yok, ben inanan gerizekalıları da anlamıyorum, bir dine inanmak kadar saçma birşey yoktur ki gibilerinden nutuklar atarken de bir yandan bir taburenin üstünde patlamış ampülü değiştiriyordu. Sen paaat dedi ampül patladı mı. Bu bizim ateistimiz kendini Allah Allah diye aşağı atıp tek ayak üstünde bütün küçük duaları ardı ardına 5 saniyede felan okudu. Götü o kadar atmıştı ki saniyede 12 dua okuma rekoru ateistte olsa kendisine aittir.

Allahlılıkla ilgili en güzel anım ise şöyle:

Benim lazut büyük dayım adamı yakaladı mı şahadet getirtene kadar anlatır. Allah karıncaları şöyle yaratmıştan girersiniz, tüm kayaların kıbleye baktığından çıkarsınız. Hatta efsane bir teorisi vardır. Bak uşağum der Allah'ın işine bak; ha bu karıncalar 100 km ötedeki karıncayla konuşur. Koy onlardan 10 tanesini yan yana İstanbul'la konuş. -şimdi karıncayla hayat daha fazla hayat sloganıyla yola çıkan büyük dayım trabzonda ikamet etmektedir- Ancak tüm bu sohbetlere rağmen kendisinin son vakası 60 küsür yaşında olmasına bakmadan köyden bir kadınla samanlıkta işi pişirip gayrimeşru çocuk sahibi olmaktır. Ne haltlar yediği ay gibi ortada olduğundan bir din muhabbetinin ardından yaşanan kısa bir sessizlikten sonra kafasını hafifçe sallayarak "uşağum bunları anlatıyorum ama ben de çok iyi bir bok değilim ha" kendini kabul ediş açıklamasıyla soru işaretlerimize cevap vermiş hatırladıkça altımıza işetecek bir ana imza atmıştır.

Yani ister inananı olsun ister inanmayanı işine gelince durumu süper kendi lehine çevirecek argümana sahiptir bu topraklarda. İnsansın çünkü götün başın oynar ister istemez. 'Ulan tamam inançsızız ama bu mudur yani, çek fişi bitti midir yani'den 'yeaa öteki dünyada hesap vericem ama şu günahın da tadına bir bakayım nemaz ve bonus sevaplarla açığı kapatırım'a durumu kendi ihtiyaçlarına göre güncellersin. Bence ikisinde de sorun yok. Modern insan(!) neye inanıp neye inanmadığını kendi de bilmiyor zaten.

Misal sabah bana bir mail geldi. Kuantum koçluğu dersi -1 saat yani- 250 yerine 74 TL diye. Şaşkınlıktan bayaa bir süre maile baktım. Yaşam koçluğunu bile sindirememişken kuantum koçluğu ağır geldi. Hayır saati 250 lira olduğuna göre de alıcısı var yani bu koçluğun. Bana ancak su büktürücez, hava büktürücez falan derse verebilirim o parayı. Yoksa nedir yani? 250 nedir?

Götünüzden inanç uydurmayın arkadaşlar. Hadi o uydurdu deli belki. Saatine 250 lira verenleri deli mi sikti? Paran çok yine de mutsuzsan paylaş o parayı bak ihtiyacı olan biriyle nasıl rahatlıyorsun. Hem sana batan para ortadan kalkıyor hem ruhun "ulan ben insanmışım" aymasına varıp kendine geliyor. Ya da bizim Fatma Teyze var o sana bir fincan kahveye söyler ne yapman gerektiğini. Geçen dertli bir arkadaşın başına gelenleri anlattık "heee onu anladım ben onda şu kompleksi var, şöle yapması lazım" dedi. Kız piskoloğa gitti piskolog da aynını sölemiş. Bir kahveye öğrenebilirmişiz halbuki sorunun kaynağını. Şimdi Fatma Teyze bir inanç sistemi uydursa; dese ki kırlent koçluğu yapıyorum seansı 250 milyon eminim ona da gelen olur. Hem de daha güzeli olur. Araya dedikodu sıkıştırılır, eğlencesi artar.

Tüm teyzelere buradan açık çağrı: Evinizde otururken para kazanmak istemez misiniz? Koçluğunuzun adı benden, deneyimlerinizi şehir bebeleriyle paylaşmak sizden. Saati 250 TL. Rektum, momentum, casio koçluğu mesela. Nasılsa ne versen yer.

Bu arada ben adımı bu kuantum koçluğu veren hanfendiye bağışlamak istiyorum. Kendisi daha çok hakkını veriyor çünkü.

18 Mart 2011 Cuma

nükleerden korksaydık evimize tüp almazdık


Hazır blogspot açılmışken, nükleer patlamışken vakit kaybetmeyelim, sizi hemen gereyim istiyorum. Kıyametti, nükleerdi ne kadar emmeli patlamalı konu varsa içinizi sıkayım diyorum. Günlerdir "gızım nükleer olmasaydı baban ingiliz olacaktı" gerizekalı açıklamalarına göğüs germeye çalışıyorum çünkü. Diğer yandan kıyametten kaçış planları yapıyorum. Ama iki ucu boklu değnek. Bir "ohh iyi deprem bizi vurmayacakmış" rahatlığı yok.

Neyse hazırsanız kıyametten başlıyorum:

Elime çok korkutucu bir belge geçti.(Bi sik dicekmiş gibi Cüneyt Özdemir styla) Belgeye bakarsak, herkes ahretliğini yapmaya başlasın çünkü 2012 olan kıyamet tarihi öne alınmış. Yeni tarihimiz 31 mayıs 2011. Seneye bitmesi beklenen cennet ve cehennem inşaatı, malum Japon vatandaşların artışıyla hız kazanmış, araya giren Japon mühendisler sırat köprüsünü üstün Japon teknolojisiyle erkenden bitirmiş. 31 Mayıs'ta açılışına tüm dünyayı bekliyorlarmış.-şakalar espriler-

Lady Gaga'nın seksi bulunması, dünya klasiklerinin sazla çalınmaya başlanması, komik kedi ve yetenekli çocuk videolarının artması, Muazzez Ersoy'un sahnelere geri dönmesi bunlar hep büyük kıyamet alametlerindendi zaten. Bekliyordum ben.

Hııı çok diyenlere de Hristiyan 7000. yıl kıyamet şifresini veriyorum.

Şimdiih, Kıyamet ne zaman kopacak? Nuh Tufanından 7000 yıl sonra. Nuh Tufanı ne zaman oldu? İ.Ö. 4990. Dünya tufanda kaç gün sular altında kaldı? 7. Her gün kaç yıla tekabül eder? 1000. Yani? 7000. 2011 ile topla 4990'ı ne etti? 7001. Eski Ahit'e göre bir yıl hep eksik sayılır 0'ıncı yıl diye bişe yok çünkü. Çıkar o 1'i 7001'den. Etti mi size 2011.

Anladın mı şimdi? Götün attı mı?

Atmadım mı? Saçmalamayın yeaa atoma inanıyorum ben, bu safsatalarla işim olmaz diyenlere en bilimselinden Nükleer kıyamet senaryosu veriyorum. Yanında bez ağızlık hediyem.

Bu senaryoya göre sadece bir devletin önündeki kırmızı minik nükleer başlıklı füze düğmesine basmasıyla diğer ülkelerin "ulan göt sen basarsan ben de basarım" diğer götlerin "siz basarsanız biz de basarız lan bizim neyimiz eksik" demesiyle dünya üzerinde tek bir yaşayan canlının kalmaması riskine dayanıyor ki, bakıldığında 8.9 büyüklüğünde bir depremin gerçekleşme riskinden daha yüksek gibi. Bugün tek bir nükleer santralin 3 reaktörüyle başa çıkamayacak dünya hükümetleri habire nükleer silah üretiminde bulunuyor.

Kendinde hiç yokmuş gibi ona buna sataşan ABD'de 104 güç santrali bulunuyor ki birinci sırada kendileri mesela. Hemen ardından Sovyetler geliyor. Onun ardından -beni buna alıştıran senin pezevenk enişten şarkısıyla- nükleer işine Rusya yardımıyla bulaşmış Çin, Fransa, İsrail, Kuzey Kore, İran... Böyle birbirinden akıllı ülkeler dizi dizi diziliyor. Kıyametimiz iki denyonun dudaklarının ucunda yani.

He Türkiye'de Amerikan istifi hariç resmi Nükleer silah bulunmuyor ama şimdi Akkuyu'ya dikeceğimiz santralle biz de yüzyılın gücünden yararlanma şerefine nail olacağız.

Çünkü nükleerden korksaydık evimize tüp almazdık anam. Başbakanımız hepimizden en az 3 gözlü çocuklar bekliyor.

Hala gerilmediyseniz Nimet Çubukçu'nun Haydi Çocuklar uykuya videosunu tavsiye ediyorum.

Ben 2011 filminden öğrendiğim adarıyla yeteri kadar hızlı koşarsam kıyametten kaçabilirim. Bir planör bulmaya, zamanında havalanmaya bakar.

8 Mart 2011 Salı

fazla abartmadan, kararında kutlayın


Bundan yıllar yıllar önce henüz üniversite 1. sınıftayken yazımı ve ceplerimi bir nebze doldurmak için geçici bir iş aramaya karar vermiştim. -Bir de manita ile ayrılmıştık canım sıkkındı ama o başka bir mesele.- Kapısında "eleman aranıyor" yazan heryere girip görüşmeye başladım. Beşiktaş'ta bir telefoncuda 10 dakikalık bir konuşma "pazartesi başla" cümlesiyle mutlu sona bağlandı. Başladım işe gidip gelmeye. Tek kız benim dükkanda. Geliyorum tezgahın arkasına geçiyorum, kimseyle çok fazla konuşmuyorum. Çünkü gerek yok daha ilk günden enseye tokata.

Bir tamirci çocuk var sessiz sedasız pek konuşmuyor. Patronda iyi niyetli gibi toparlak suratlı bir çocuk. Bir amca var. Dakika bir benden nefret eden. Bir de bir yavşak var, tüm hikayelerin olmazsa olmazı. Yavşak benim çok konuşmamamdan şikayetçi, geliyor habire saçma sapan birşeyler anlatıyor. Ben metalciyim ya mesela tipten anlaşılıyor zaten. İşte gitar çaldığından, arkadaşlarıyla parti verdiğinden bahsediyor habire. En son muhabbeti çift kişilik yatakta yattığına getirmişti. Artık nasıl bir fantezi dönüyorsa kafasında. O çift kişilik yatağı duyunca hemen tahrik olup, waaaww beni bu gece o yatağa götür diye oramı buramı okşayamaya başlayacağımı düşünüyordu muhtemelen.

Neyse bu yavşak tiplemenin, hiçbir neden yokken benden nefret eden amcanın ve anlamsız 2 adamın daha yanında, işim olmadığında dergi okuyarak, camdan dışarı bakarak geçirdim zamanımı. Ta ki o sabaha kadar. Sabah şöle başlıyor:

Her gün ki gibi işe gitmek için minibüse bindim. Hepimiz üstüsteyiz klasik. Baktım cam kenarında bizim telefoncuda çalışan çocuklardan biri. Gel dedi otur. Yok dedim oturmam. Gel otur yaaa diye ısrar ediyor. Yok yaa dedim oturmucam otur sen. Neyse oturmadım öyle gittik. İşe girdik başladık mesaiye. Öğlene doğru bizim münibüsteki böyle sesli sesli Erdoğan'ın halka seslenişi gibi pek mühim ve ballandıra balandıra başladı anlatmaya.

1. abazan: Yaa kanka - kanka diye seslendiği diğer abazan arkadaşı oluyor- Bu sabah minibüste gidiyorum. Baktım münübüse bi kız bindi.
2. abazan: Eee kanka
1. abazan: Dedim münübüs kalabalık kalkayım ben sen otur. Kız dedi olmaz teşekkürler
2. abazan: Eee kanka
1. abazan: Dedim yaa olur mu gel otur. Diyor ki yok olmaz.
2. abazan: Eeeee
1. abazan: Yaa gel otur allah aşkına dedim, yok oturmam diyor
2. abazan: E gel o zaman kucağıma otur deseydin

Dedi... O anda açık gökyüzünü kapkara bulutlar kapladı ve çıkan hırçın rüzgarla teyzelerin başörtüleri uçuşmaya başladı. Bu karanlık birkaç dakikada buz gibi bir sessizlik oldu. 1. abazan sessizce abi sabah ki kız buydu dedi. Diğer abazan bana ilk önce şuurunu kaybetmiş, sonrasında ise boka basmış gibi baktı.

O zamana kadar sessizliğini sürdüren ben. "İyi oldu bu muhabbeti duyduğum, basit bir minibüs hikayesinin ardından bile iki abazan erkeğin arkamdan ne muhabbet çevirebileceğini gözlerimle görmüş, kulaklarımla duymuş oldum" dedim. Sonraki gün iş başında dergi okuduğum için işten çıkarıldım.

Bu iş dünyasındaki(!) erkek mentalitesiyle ilk tanışmamdı. Dış dünyadaki erkek egemenliğine ve şiddetine zaten alışıktım. Bünyeme mikrobu almış, bağışıklığımı kuvvetlendirmiştim. Ha aile içinde değil ama. Aile içinde bir erkeğin bir kadına şiddetine hiç tanık olmadım. Akrabalarımdan bir kadına kalkan elin sahibi, karşısında süperkahraman ananemi görünce o eli sessizce götüne sokmuştu çünkü. Oradan bilirdim ki kadına kalkan el kırılır. Bu bilinç beni yanımdan geçen bir adamın pis bir laf atışında elime aldığım koca bir kaldırım taşını adamın kafasına indirmeye hazırlanırken bir teyze tarafından durdurulmama kadar sürdü. Sonrasında kendime gelip hafif sinir krizleriyle atlattım sözlü tacizleri.

İş dünyasındaki diğer erkeklerle de başa çıkmak için elimden geleni yaptım ama genelde erkekler erkekleri tuttu. Ve muhtemelen konum üstünlüklerinin yanına hafif kız etiketiyle bol kucağa oturtmalı hikaye de çıkmıştır arkamdan bir süre. Bana yapılmasa bile bir grup erkeğin dilinin düşmesi suretiyle sırf güzel diye bir kadının nasıl taciz edilebileceğini bol bol gözlemleme şansım da oldu iş hayatında.

Şimdi çooook uzadı nereye geleceğim. Bıçaklanan, dövülen, kulağı burnu kesilen kadınların yanında bu hikayeler devede kulak kalıyor doğru. Ama sorun zaten burada başlıyor. Erkek dünyası kadına hiçbir şekilde saygı duymuyor. İlk iş tecrübemdeki erkek çeşitleri bakış açısının çok güzel bir çeşidiydi. Yaşlı erkek orospu olduğumu düşündüğü için nefret ediyordu benden. Sessiz çocuk benimle konuşmaya hiç cesaret edemeyeceği için, patron patron olmasına rağmen sözlü tacizine sessiz kalmadığım için, abaza kankası terbiyesizliğine göz yummadığım için, ve tabii ki yavşak olan o çift kişilik yatakta ona vermeyeceğimi bildiğinden nefret ediyordu benden. Sadece kendi halinde bir kadın olmam bile nefret unsuru olmam için yeterli bir neden.

Dolayısı ile bu erkek çeşitleri kendi nefretleri üzerinden büyük nefretlere avans veriyor. Dayakçıları, tacizcileri, sapıkları, tecavüzcüleri ve hatta katilleri görmezden geliyor, örtbas ediyor.

Bir gün bana verir umuduyla bir kadını işe alan patrondan, aldattığı karısı kendini terkettiğinde ağzını burnunu kıran erkeğe herkes suçlu. Hiçbiri diğerinden daha az suçlu ve affedilir değil. Birbirini besleyen, taraf olan bir cinsiyetçilik ve ayrımcılık var ortada.

Doğanın erkeklere çok eşlilik, kadınlara anaçlık ve doğurganlık bağışladığı gibi erkek dünyası verilerine dayanan biliminden, kendini çok zeki sanan Bursaspor taraftarının pankartına hepsi aynı saygısızlığın ve ayrımcılığın destekçisi.

O yüzden aynı erkek dünyası 8 mart dünya EMEKÇİ kadınlar gününü kendine yontacak, alış veriş çılgınlığına, sahte mesajlara dönüştürecek. Zaten az biraz moderen erkeklerin göz ucuyla ne lan bu diye baktığı haberler ülkenin diğer erkekleri tarafından hiç duyulmayacak bile. Akşama yine yemek sonrası sigara üstüne bir posta dayağa devam. Namus için gerekli çünkü. -Bu kısma giremiyorum bile.-

Ama yemezler. Siz namus cinayeti diye yok yere öldürülen, tecavüzcülerinin sırtının sıvazlandığı, töre gereği annelerinin eliyle ölüme gönderilen kadınların hesabını verin hepimize.

Başta başbakanımız olmak üzere "Aaa öyle şeyler mi oluyor?" diye soranlara ise iyi bir takip kaynağı olarak şu adresi veriyorum:

http://kadinasiddetidurdur.blogspot.com/

Buradan mülkiyet kavramına kadar uzanasım var ama siz de insansınız. Bir dokun bin ah işit. Ama işitin. Herkes işitsin. Lütfen.

Bitirirken; en basitinden Engin Ardıç hala gazetesinde, Orhan Çeker bölüm başkanlığında götünü yayarak oturabiliyorsa bugünü kutlamanın hiçbir anlamı yoktur.

4 Mart 2011 Cuma

bize gelsenize wii oynarız


Bundan böyle her 'bize gelsenize yaa wii oynarız, eğleniriz, biz her hafta oynuyoruz. Geçen Ahmet'le Nermin'le oynadık çok zevkliydi' tekliflerine öyle kefal gibi atlamazsınız. Ben de diyorum ki bu wii'yi niye sevdi insanlar bu kadar. Ayakta efor harcadığın bir oyunu kim neden oynar diye. Oyun oynamanın zevki oturduğun yerden aksiyona geçmektir çünkü. Meğer wii'nin marifeti başkaymış.

Oyunun birincisinde bunlar oluyorsa ikincisinde neler olur kim bilir? İlk çıktığında vibratöre benziyo lan diye dalga konusu olmuştu, hayaller gerçek mi oldu?

Diğer yandan bu oyun kesinlikle örf, adet, ananelerimize terstir. Esra Erol'dan wii'nin kapatılması için dava açmasını bekliyorum. Böyle terbiyeszlik böyle ayıp birşey görmedim. İnsanoğlu nereye gidiyor? Bu aile ahlakını bozacak wii neden hala ülkemizde satışa sunuluyor.

Bizde en fazla bunun wii 3 child versiyonu çıkabilir. Sayın başbakanım, buna bir el atmayacak mısınız?

3 Mart 2011 Perşembe

bir kedi yeter!



-hey sen burdan hızla geçen 3 kedi gördün mü?
-şu tarafa gittiler dostum

Hayatı ve kafaları güzelleştirmek için bir kedi yeter. Bu video kanıtıdır.

1 Mart 2011 Salı

e yeter kapatıyoruz


Şimdi bu blogger olayına çok sağlam sallayıp böyle okkalı küfür edesim var ama salı mübarek gün etmiyorum. İçimden saydırıyorum.

Diğer yandan; 3 ay ömrü kalmış adama 6 sonraya MR tarihi veren, 13 yaşında tecavüze uğramış kız için 7 yıl sonra 'isteseydi karşı koyabilirdi' kararı çıkarıp tecavüzcülerine ceza indirimi uygulayan, azılı katilleri baş üstünde tutup, sadece düşündüğü için insanları ömür boyu dört duvarın ortasına koyan bir ülkede neyin ve kimin adaletinden, sisteminden kime yakınacağımı bilemedim. Yasayı eleştirmeye kalksam, interneti ulaştırma bakanlığına bağlayan bir düzen, her yeni site kapandığında makam arabasıyla zafer turu atıp, krallığında yemekli şölen veren Binali Yıldırım var karşımda.

Umutsuzluğunu, adaletsizliğini, bu ülkenin ağırlığını bir gram hafifletmek için bir araya gelemeyip, şakalarla hafiflemeye gelen hepimize kapak olsun bu karar sadece. Klavye başında kendini çok özgür hisseden, sokakta giyemediğimiz mini eteğimizi kıçımıza geçirip poz verince, meydanlarda söyleyemediklerimizi etrafımızda 300 500 kişiye söyleyince, sokaktaki insanın menüsünde bu akşam ne var acaba diye düşünmeden bu akşam neler yiyeceğimizin resmini ballandırıp koyunca, geçen hafta kocası tarafından öldürülen 7 kadını görmezden gelip ilişkiler hakkında tespitler yapınca sandık ki özgürlük parmaklarımızın ucunda.

Parmaklarımızın ucunda sadece bok var. O derece boka battık çünkü. Şimdi ülkede hiçbirşeye işlemeyen adalet(!) kimseyle hiçbir alakası olmayan blogger'a işliyor.

Nedeni ise tam bize uygun biçimde trajikomik: Kaçak maç yayını.

Hu huuu, insanın, hayvanın, evinin üstündeki katın, elektriğin, elektroniğin, suyun, yolun, sigaranın, içkinin, parfümün ve bir uzun listenin kaçak olduğu bir ülkedeyiz. Ülkeyi kapatın o zaman. Mahkeme kararıyla Türkiye kullanıma kapatılsın. Zaten öyle gibi birşey oldu bari stres olmayız. Alırız çekirdeğimizi otururuz legal yayınlanan dizilerimizi, evlilik programlarımızı izleriz.

Neymiş sıra herkese gelecekmiş.

Sizi kapatıcaz derken sadece kafasının kapanacağını sanan kalabalığa da selam olsun buradan.

Şimdi diyeceğim çok şey var ama sağ tarafımda bi uyuşma başladı. Düzelince devam edeceğim ikraha.

24 Şubat 2011 Perşembe

terry'nin çakmak çakmak gözleri



Bende hasta siempre şarkısının sazla çalınması etkisi yarattı. Ama tam olarak duygularımı da ifade edemiyorum.

Jackvalium gönderdi. Buna bi bak yaz dedi. 853 kere izledim ama kelimeler kifayetsiz.

Eskiden babalar televizyonda Dallas'ta Sue Allen'ı görünce "bu karı bana varsa Dudullu'daki arsayı üzerine yaparım" tarzı açıklamalarla elin süt Amerikalı hatununa duydukları aşkı betimlerdi. Onun gibi bir ruh hali sanırım. Dudullu'da evi olan Sue Allen tarzı bir hikaye.

Bilemiyorum. Romantizm belki böyle birşeydir de biz yanlış biliyoruzdur. Cany'de belki Terry'i düşünürken Sibel Can dinliyordur. Yeşil kırlarda koşarken, beyninde bu şarkı dönüyordur.

Hayatı, şeker kızı ve Sibel Can'ı sorgulamama neden oldu bu video.

23 Şubat 2011 Çarşamba

lady gaga'ya ikrah yazı dizisi IV


Bir başka Lady Gaga'ya ikrah yazı dizisinde daha bir aradayız. Kollarımı sıvayıp, boğazımı iyice bir temizleyip, yazımın sonunu okkalı bir çıplak kadın görmüş tarikatçı tükürüğüyle bitiricem inşallah. Bu ara kendimi ülkenin karanlık yüzüne verdiğimden şov dünyasının ışıltılı haberlerini okumadım hiç. Tabi ortamı boş bırakmaya gelmiyor. Bir girdim baktım ki, çirkine verilen prim haddini aşmış. Lady Gaga'nın yeni çakma şarkısı Born This Way bir haftada 1 milyon satmış. Kendimi ülke sorunlarına adamaktansa Lady Gaga'nın yok oluşuna adamayı daha mantıklı bulup, bir katkım olur endişesiyle başladım ikraha.

Bu çirkin Lady Gaga ordan burdan çalıp çırpıp bir de üstüne bu çirkinliğiyle buralara geldi ve hala devam ediyor ya insanlığın, medeniyetin gözlerinden öpüyorum. Etrafımda kadını seksi bulan erkekler olmasına, ama öyle demeee birçok sanat akımından besleniyor gibi gerzekçe açıklamalar yapılmasına alıştım, bunları sineye çektim.

Ama bunu çekemem.

Neymiş yeni single'ı Born This Way çooook iyiymiş abi yeaaa. Hoşt höst ordan. Ulan yılların Madonnası'nın Express Yourself'ini mikserden geçir Born This Way diye önümüze sür sahtekar pezevenk Lady Gaga. Kimi kandırıyorsun lan sen çirkin.

Çirkine verilen primin sonuçlarını şimdi görebiliyor musunuz? Çirkine prim vermeyin önüne geçemezsiniz sonra dedim mi demedim mi size zamanında.

Sen ancak şimdinin imitasyona alışık bebelerini kandırır, onlara ayyy bean çok farklıyım, çarpıcıyım laflarını yedirirsin Lady Gaga. Bir de geçen bir programa çıkmış yüzüne botoks yaptırmış sırf dikkati estetiğe çekicem diye. Dünya dünya olalı böyle eziyet görmedi yemin ederim. Alın şu kadını ya. Alın ya gözümün önünden.

Çirkin tüüüüü.

Tövbeestağfirullah.

Bi de videonun sonundaki hani bunun alamet-i farikası el hareketi var ya her gördüğümde salak yemin ederim gerizekalı bu kadın oluyorum.

Evladım salak mısın sen?

(Bu arada bu şarkıda çılgınca dans ederken ki bir videomun internete düşeceğinden çok korktum bir an)

21 Şubat 2011 Pazartesi

bir kedi yeter!



Bizde yalan olmaz abla. Kedi dediysek kedi çıkar içinden.
Evet evet bir ara kedi diyorlarmış ayakkabı çıkıyormuş biz de duyduk, gerekli yerlere şikayetimizi yaptık.

Hayatı ve kafaları güzelleştirmek için bir kedi yeter. Kedinizin hayatını ve kafasını güzelleştirmek için ise bir kutu yeter.

18 Şubat 2011 Cuma

thom yorke efsanesinin bittiği an


Kolbastıyı bekliyorduk ama apaçi dünya dansı oldu. Apaçi Thom Yorke, ona buna sallayan badem bıyıklılar, kadınlarla elele çok tutuştukça, giyildikçe salan şehvet, Şivan Perwer'le kankito Erdoğan. Ne acayip bi dünya oldu lan burası?

16 Şubat 2011 Çarşamba

senin en güzel yerin kahverengi ceketin


Selçuk Üniversitesi İlahiyat Bölüm Başkanı Profösör Orhan Çeker sabah kalkmış, aklına hergün karşısına çıkan dekolteli kadın görüntüleri gelmeye başlamış. Sonra içinden ulan ben şimdi bu dekoltelilerden birine atlasam, suçlu muyum Allahsızlar demiş. Ama cezası ağırlaştırılırsa ya hadım edilirsem demiş. Sonra da konuya el atmaya karar verip, ulan madem profösörüm ben bir açıklama yapayım demiş. Ama önce bir çekeyim de... Pantolonumu demiş. Çektikten sonra pantolonunu malum saçmasapan açıklamayı yapmış.

Çeker diyor ki; "Sorunun odağında kim var? Kadın var. Kardeşim sen dekolte giyinirsen bu tür çirkinliklerle karşılaşman sürpriz olmayacaktır. Tahrik ettikten sonra sonucundan şikâyet etmen makul değildir. Suça ortaklı etme durumu vardır."

Ama bu sözleri söylerken profösör çeker o kahverengi ceketinin insanları tahrik edebileceğinin farkında değil tabii. Ben mesela misal çok fena oluyorum. Kahverengi ceket, küf rengi pantolon, bordo kravat, üstü parlak cümcük bıyıklı dudak, yağlı saç offff konuşurken içim gıcıklanıyor. Baktıkça tecavüz edesim geliyor. Ya kendimi tutamayıp edersem. Bana kim ne diyebilir bu durumda? Suça ortak olan sayın pröfösördür.

Bir de ntvmsnbc'deki konuşmasına başlarken böyle gülüşü var ya baştan çıkarıcı. Ehh heh heh heh kih kih diye kikirdiyor offff şimdi bu adam bu sempatiklikle tecavüzü hakediyor mu, haketmiyor mu?

Böyle adamların gizemleri isimlerinde saklı oluyor ya bir de, hastasıyım. Orhan Çeker mesela. Ne çektiğini anladık biz. Ancak çeken bilir çünkü dekoltenin insanı nasıl tahrik edebileceğini.

Anlayamazlar seni Orhan, herkes profösör değil, herkes çeker değil. Kolay yetişmiyor senin gibi pröfösör çekerler.

Tipin bile suça ortaklık nedeni senin.
T.S.

İlahiyatçının seksi fotoğrafları için tıklayın.