30 Nisan 2010 Cuma

gaga doğana kadar en çirkini sendin


Christina Agulera çocuğu yaptı e daha çirkini Lady Gaga'da tuttu, daha o bed suratını görmeyiz diye sevinirken yeni albümü çıkardı ilk klibi yayınladı bile. Yine aynı çirkinlik varrroşluk baş tacı edilmiştir beklentisiyle izlerken bir acıma geldi yüreğime. Bu kızcağız çirkine verilen primin yarattığı en büyük queenlerden biriyken sen daha çirkini daha arsızı Gaga gelip bunun tahtına o düz götüyle oturdu ya. Klipte Christina Gaga'dan eksik kalmamalıyım bu olayın orjinali benim diyerekten domalmalı, gömmeli, zıplamalı ne kadar hareketi varsa hepsini bir arada yapmaya çalışmış. Bir kadına dil atmış bir erkeğin üstüne binip deh dehlemiş, kimi yalasam, kime versem şaşırmış.

Kıyamam ya. İlk çirkin sensin, ilk sen kendini kısa bacaklarınla erkeklerin arasına atıp çamurlarda süründün, ilk sen mumuşunu açtın, ilk sen tipsiz vücudunu çok seksiymiş gibi gözümüze gözümüze soktun. İlk tipsiz dirty sensin.

Christina Agulera'yı savunacağım hiç aklıma gelmezdi ama emekçinin ezilenin yanındayız. Bu kız orjinalidir, çirkine verilen primin prensesidir, ilk kendisi pis pis sevişmiştir kliplerde mumuşunu avuçlamıştır. Gerçi tüm celebriti sitelerinde Gaga-inspired lafını yemiş. Bu saatten sonra olmaz o albüm, yazık oldu.

Varroşş bir msn iletisi var hani kızlar yazıyodu bir ara. "Kızım olana kadar en güzeli benim" diye. Lady Gaga doğana kadar en çirkini senmişsin Agulera'cım.

Saygıyla anıyoruz.

29 Nisan 2010 Perşembe

lambada ile kararan dans kariyeri


Az önce Dream'de Vanilla Ice'tan ays ays baby ve Teknotronik'ten po poptır ceym çaldı, anılar anılar Coşkun Sabah'ın piyano dişleriyle birlikte şimdi gözümde canladılar. Ne iştahlı dansla ediliyomuş ne hevesli zıplanıyormuş kardeşim. Zıpla zıpla rap yapcam diye dalağımızı düşürdük.

Şimdi çok utanarak söylüyorum -o zaman çok gurur duyardım- eskiden beş kız yanyana gelip New Kids On The Block açıp senkronize danslar ederdik. En güzel ve havalı da ben dans ederdim. Bana "kızıım sen çok güzel dans ediyosun Michael Jackson'un arkasında bile dans edebilirsin haaa" derlerdi. Neden arkasında o hala bir muammadır benim için. Ayy oduncu gömleğimle ne kadar hevesli oynadığımı düşündükçe içim gıdıklanıyor.

Bir de o günlerden lambada anım vardır. O zamanlar lambada yapan kızların hamile kaldığına dair haberler Türk halkının lambadacıları lanetleyip tırpan ve meşalelerle kovalamasına neden olmuştu. E annemde namus elden gitmesin diye lambadayı yasaklamıştı bize. Bir gün arkadaşın doomgününde lüüü lülü lülü lü lü lü lü lü lü lü lüüü diye çalmaya başlayınca şarkı dayanamayıp kendimi müziğin ritmine bırakıp lambada yapmıştım. Benim şellafe kız kardeşim hemen anneme ispiklemiş annem azıma sıçmıştı. Dans kariyerim orada son buldu. Metalci oldum zaten kısa süre sonra. Ailede orospu olmasındansa emo olsun daha iyi diyip rahat bir nefes aldı. Yoksa şimdi büyyük dansçıydım. Hevesli hevesli zıplıyodum, ritme uyacam diye.

Neyse hayırlısı olmuş. Zaten Maykılın davalarıydı, This is it derken hakkın rahmetine kavuşmasıydı, krizdi derken olmazmış o iş. SSK'am ödeniyor, yemekli işim var şimdi.

Ey gidi anılar.

bir kedi yeter!


Hayatı ve kafaları güzelleştirmek için bir kedi yeter! Ama görüldüğü üzere bu hanımlar double mutluluk için basmışlar kediyi. Şiir sevmiyom pek ama en sevdiğim şiiir var bi tane Orhan Veli. Bu kedigençler için okuyorum:

Çıkar mısın bahar günü sokağa
İşte böyle olursun
Böyle yattığın yerde
Düşünür düşünür
Durursun

Bu kadar şiir yeter.
Şimdi günün sorusu:

Bu fotoğrafta kaç kedi var?

Bilene birini UPS'le göndercem.

Gominist Gaiking



Animasyon işini çözdük. Artık Gaiking'inden Avatar'ına ne kadar iblisten dönme varsa hepsini yapacaaz. Böle olmak istiyorum bende. Bir sabah yer altından robotumun içinde çıkmak, karizmatik bir duruşta sabitlendikten sonra "nooldu lan götünüz mü attı?" demek istiyorum. Bu kılıkta 1 Mayıs'ta işçinin yanında olmak istiyorum. "Alana alamıyoruz sizi" demezler inşallah. Amacım sadece Timur Selçuk'la birlikte 1 Mayıs marşını söylemek.

28 Nisan 2010 Çarşamba

genç atgotten'in acıları 1



Şimdi götü büyük olanın derdi büyük olur. E bu göt de at at nereye kadar bir yerde e yeter ama dedi. Velhasıl 2. yılımıza şölenlerle girdik ülseratif kolitim var üzerinize sağlık. E durum böyle olunca da mütemadiyen bu götten bir sorun çıkıyor haydaaa hastanelere haydi atgottencim bir domalda tuşeni alalım. Haydi rektoskopi yapalım olmadı kolonoskopiye koşalım bütün domalmalı hareketleri sırasıyla yapıyoruz. En son götümde kocaman bir şişlik cerrahpaşa acilde buldum kendimi. Sankim bir alev topu dönüyor içerde. Ateş 180 olmuş kafa hafif güzel ne oluyor anlamadan attım kendimi acil yataklarından birine. Cerahpaşa'ya yolu bir şekilde düşenler bilir orda doktorlar proftan intern'e boy sırasına dizilip öyle bakarlar size. E durum götümüzle alakalı olunca yattığım yerde akşama kadar gelen açtı giden açtı. "Evet hocam hasta ağrılı perianal apse şikayetiyle geldi 2 yıldır ülseratif kolit hastası şurdan şuraya kesip boşaltım yapmayı düşünüyoruz." Ben orda değilim çünkü o da benim götüm değil. Öyle başka birinin götü üzerine sohbet muhabbet. Neyse acildeki bütün doktorlara sırasıyla gösterdikten sonra akşam ameliyata girdim. Bu kısımları anlatsam mı acep? Anlatiim yaa..

Şimdi acil ameliyathanesine zile basılıp giriliyor ve zil cikcikcikcikcik diye çalıyor - gerçek bu-. İçerde ortam güzel. Bir sürü ameliyathane var böle girişte cerrahların dinleneceği bir oda televizyon açık, sohbetler şakalar havalarda uçuşuyor. Sende öle kuzu gibi izliyon. Sanki ameliyata girmiyoruzda böyle dandik bir 5. sınıf takımız, maçımız var ona hazırlanırken salonda takılıyoruz. Neyse götürdüler ameliyathaneye taktılar takıştrdılar. Bu arada şişko intern kız "ı hate you." Çok orospu bir doktor olacaksın her halinden belli. İnşallah tez zamanda zengin biriyle evlenir mesleği bırakırsın. Karı bana ne bir gülüş ne bir tebessüm sankim dersin biyolloji dersindeki kurbağayım ben orda. Karı göz teması bile kurmadı bi de ağzını yaya yaaa abicim abicim diye konuşuyodu. Ulan dedim şimdi apse mapse demesem, azına azına çaksam senin, yanımda da seni ameliyata alsalar. Bu arada yanında anestezist var nasıl kibar bir çocuk. Hafif müslüman belli böle kıçımı kapatıyo falan temizlikçiler görmesin diye. Sakiiiiin sesssiiiz. Bütün enstezistler öle olur. Doğuştan anestezili. Neyse bu şıllık şişko intern - intern en alt doktor ya bilerek öle diyorum aşaalamak için- "yaa hocam ben basıyorum gelir şimdi cerrahlar" dedi kolumdan ilacı bastımıydı alaaa gerisi disko disko.

Arası yok zaten cerrahlar götümde halay çekse ne, ben başka bir diyardayım. Bu defa çok acayio uyandım ama. Böyle saykodelik bir halle kalktım. Böyle bir yerden disko müzik geliyo dıptısdıptısdıptısdıptıs o sırada derinden bir ses bana arzu hanımmm diyor - yüksek ihtimalle hemşire uyanmam için bana sesleniyor- bu sırada gözlerimin önü bembeyaz karelerle dolu ve her kare açılarak bir başka beyaz kareye dönüşüyor. Böle bişe olmaz yaaa. Nasıl eyleniyorum. Annemlerin yanına geldiğimde bağırarak " anee yaa ben niye uyuşturucu kullanıyolar anladım kafam öle güzel ki yupiii" diye bağırıyomuşum. Annem diyo "doktorlar bize bakıyo sanki yüzyılın cankisiymişin gibi wuuw çekmeler." Neyse disko bitince anladım ki götümde bir boru var. Bu kısımları atlıyorum gerenk yok hafif acılı çok önemli olmayan ayrıntılar. Boru bir süre sonra çıktı evde kaverengi suya oturmalar yarayı temiz tutmalar derken 5 ayı geride bıraktım ama yara bir türlü tam kapanmadı. İçimden ulan yine bi götlük var bu işin içinde diyerekten doktora gitmeyi elimden geldiğince erteledim. Ama göte giren şemsiye eninde sonunda açılır.

Sıkılanlar burada bıraksın. Kahramanımızın macerasının devamı aşaada. -Böliim di mi tuvalet molası çok uzun oldu-

genç atgotten'in acıları 2



Saçmalıklarla dolu bir göt hikayesinin ikinci perdesine gelince; ben götümü tuta tuta gittim yine Cerrahpaşa'ya. Tabi benim cerrahım acilden transpilantasyon'a geçmiş. Soruyorum "doktor Gürsoy Bey nerde?" "hee o transpilantasyona geçti" diyolar hızlıca. Anlamıyorum tabi ben nereye geçti. "Nerede bulurum?" "Şimdi bu koridordan ilerleyin ordan cerrahi poliklinikleri geçince 2 kat aşaa inin ordan sağa dönün soldaki merdveni bir kat inince orda" dediler. "Hassiktir" diyerek unutmamak için koşar adımlarla ilerlerken 2 kat aşaa inince bölümün adını unuttum tabi. Ben "transpilatesi" arıyorum diyorum hemşireye öle bakıyor. "Pardon neyi ?" "transplastasyon.." "haa Transpilantasyon 2 kat aşaada." "Oh şükür" dedim indim. Birkaç hemşire sallamasından sonra bir şekilde buldum canııım cerahımı. Anlattım böle böle geçmiyo bu şol ırmak oldu götüm. Dedi "MR'a koş." Hee dedim o an, gösterimde 2. perde başladı. MR'ı çektirdim geldim "e domalda bir bakalım" dediler.Domaldım yine aynı anda birkaç doktora birden gösterdim. Sonra bizim bakmamızla olmaz bi de prof çağıralım ona göster dediler. Prof çaardılar ona da gösterdim. O da dedi ki sadece benim bakmamla olmaz gastroenterologuna göster. Gittim ona gösterdim o da dedi ki benim görmemle olmaz profumuza da göster dedi. Açtım ona da gösterdim. O zaman dediler ki biz baktık ama tam emin olamadık bir de çeşitli aletlerle bakıcaz.

Dil dile değmeden dil öğrenilmez boru göte girmeden hastalık teşhis edilmez dediler.

Keza pazartesinden bu yana cerrahpaşa'da ne kadar götüme girebilecek boru şeklinde şey varsa hepsini soktular sağolsunlar. En son dün kolonoskopide baarsaamı incesine kadar izledim. Vah yavrum gerçekten yer yer yaralar iltiaplar var. Canım bağırsağım. En son dediler ki işte Chron'sun sen. Benim ülseratif kolitin abisi bu. İyi dedim napıcaz? Bişe yapmıcaz ilaçlarını değiştircez iyileşiceksin. Yalan tabi. Tedeavisi yok bunun sadece baskı altına alınabiliyor. Neyse öle götümü tutta tuta eve geldim işte. Sonuçlar çıksın ilaçları değştirecekler. "Hocam çıkmadan göstermem gereken biri kaldı mı?" dedim. "Yok atgottencim intern'ünden profuna herkes gördü, çok memnun kaldık götünden sağol canım" dediler.

İki gün yemek namına bişe yemedim. Kalbim kadar temiz bağısaklara ulaşana kadar uğraştım. An itibariyle biraz yorgunum, ama geçti şükür.

Açılan götü kapatmanın kolay olmadığını tahmin edemediğimden masama "götçüye gittim gelicem" diye not bırakıp çıkmıştım. Hayatımın erkeği by deniz meraklanmış. Canım benim geliyore yarın götüne girenlerle daha olgunlaşmış bir atgotten karşında olacak. Tabi ne kadar sürer bu olgunluk hali onu bilemeyoz.

24 Nisan 2010 Cumartesi

herkes elinden geleni yapsın


Bugün Milliyet'te gördüm koccaman "Obama beklenen açıklamayı yaptı veeeeeee bu yılda 'Büyük felaket'" gibi bir başlık atmış. Haberin içine girdim iki satır yazı yazıyor: "Obama bu yılda soykırım kelimesini kullanmadı Büyük felaket dedi." Ne bir yorum, ne bir nerede demiş, nasıl demiş hiiç. Madem bu kadar önemsiz bir haber neden ana sayfadan koccaman veriliyor anlamamışken şaşırttı mı şaşırtmadı. En başından beri "Kırılan kalbimizi yapıştırsak bile bir daha eskisi gibi olmaz. Bundan sonra bu ilişkide hep bu ihanetin gölgesi olur, yürütemeyiz" tarzı hiçbir siyasi tavra sığmayan son derece Elle kadın erkek ilişkileri tarzında haberlerden ve yorumlardan öteye gidilmedi zaten.

Küsüz sana Obama. Soykırım mı yaptııık? Biizz?.. Hıı çok. Ayna ayna ayna şeklinde ilkokul düzeyi cevaplar...

Oysa biz elimizden geleni yapıyoruz. Şu sıralar her hafta bir yenisi düzenlenen film ve televizyon ödüllerinde en az bir kürtçe bir ermenice şarkı söyletiyoruz muhakkak. Tamam bazı kanallarda şarkı başladığında reklam giriyor olabiliriz ama söyleniyor bu şarkılar elimizden geleni yapıyoruz.

22 Nisan 2010 Perşembe

ilkbahar yaz sonbahar kış yazılımcı modası


Bilgisayar teknolojisinin hastasıyız. Tüm gelişmeleri büyyük bir merakla izliyorum. Yok gelecekte ne olacakmış, yok bilgisayarlar o kadar minik olacakmış ki kıçımıza kaçacakmıştan, 3 boyutlu veri alış verişine kadar allah ömür verirse görmek istiyorum. Ama bu arada istiyorum ki bu gelişmelerin hepsini bize Steve Jobs anlatsın. İstiyorum ki her hafta Steve Jobs o aynı siyah kazağını levis 501 kotunu giysin aynı zayıf vücudu ve adem elmasıyla bize Apple'ın herhangi bir yeni ürünü hakkında sunum yapsın. Araya şakalar espriler katarak, awesome, incredible, amazing, great sözcüklerini beynimize beynimize kazısın.

Yaa bu adam niye habire aynı boğazlı kazak aynı 501'i giyiyor diye düşünürken donunun rengine kadar okudum sülalesini. Acıların çocuğu olarak dünyaya geldikten sonra büyüyüp adam olan Jobs'un asıl hikayesi kankasıyla birlikte bir bira muhabbetinde "ulan bu jenifır lopezin götü kadar bilgisayarları heidi klumun fındık götüne çevirip her zaman yanımızda taşıyabiliriz ha" iddiasıyla başlamış. Olur mu olmaz mı diye konuşurken hayallerini gerçekleştirmeye karar vermişler. Tabi herkes götüyle gülmüş kimse kredi mredi vermemiş. Bunlar otumuşlar evde handmade prototip yapmışlar. Sonra satışlar iyi gidince Apple büyümüş. Bi dolu zeki çocuu kapmış. Bu sırada sahtekar pezevenk Bill Gates "abijim ben geliim size program yazarım" diye araya girip, macintoşun işletim sisteminin çakması windows'u yazıp "ben bir bankaya gidiyorum para çekip gelicem" diyip çıktığı Apple'a bi daha da dönmemiş. Sonrasını biliyoruz işte sahtekar pezevenk'in aptal windowsu heryerde.

Neyse gel zaman git zaman bu Jobs sunum işini de kapınca yine şirketin yönetimini ele alıp kimseye pabuç bırakmamış. Giyerim siyah kazağımı, 501'imi kendi ürünümü kendim tasarlar, yazar, kendim tanıtırım demiş. İyi de olmuş. Ne tanıtsa ailecek izliyoruz.

Bir zaman Hindistan'a gidip kafaya LSD basıyor bu arada. "Nasıl bir tecrübeydi?" sorusuna da "Hayat hakkında birkaç önemli şey öğrendim" diye cevap veriyor. Sunum teknikleri ordan sanırız.

Çok sevdiğim Apple incredible, amazing, great derlemesi için aşaa plz.
http://www.youtube.com/watch?v=Nx7v815bYUw

20 Nisan 2010 Salı

sarışın doğdu esmer oldu


Türkiye'de her yıl kaç çocuğun sarışın doğup ilerleyen zamanlarda hayatına esmer olarak devam ettiğini biliyor musunuz?

Türk halkının büyük çoğunluğunun yaşadığı en büyük problemlerden biri sarışın doğup, hayatın ilk yıllarını güneş çocuk olarak geçirip ilerleyen yaşlarda hayata kara fatma olarak devam etmek. Artık tanrının bir gazabı mıdır yoksa doğanın bir taşşak geçme olayı mıdır bilinmez ama yurdumuzda bir çok insan epesmer ilk gençliğini arkadaşlarına bir zamanlar nasıl da sarışın olduğunu anlatıp buradan nemalanmaya çalışmakla geçiriyor. Tabii bu durum sarışın doğup esmerleşen insanlarımız kadar "oh şükürler olsun bu nesilde turnayı gözünden vurduk, genimizde ideal forma ulaştık" diye heveslenen ebevenylerinde psikolojilerinde morallerinde ciddi bozulmalara neden oluyor. İleriki yaşlarda anne sohbetleri "bizim kızda sapsarı doğmuştu böyle altın gibi parlıyordu" heyecanlı sözleriyle başlayıp, "sonra ne oldu bilmem böyle koyulaştı" hafif buruk ses tonuyla son buluyor.

Ancak neyse ki günümüz teknolojisinde hayata kara fatma gibi doğup sindi kravfırd gibi devam edebilmek mümkün. Hele de hasbel kader göz renginiz biraz elaya çalıyor az biraz yeşilleşiyorsa hayatınızı sarışının önde gideni olarak devam ettirebilirsiniz. İsim vermeye gerek yok Türk celebritisinin ve Bağdat Caddesi'nin genelinde durumu saptayıp, başarılı sarışın olma operasyonlarıyla karşılaşılaşıyoruz.

Ancak Nicolas Cage'in "ulan gözler mavi zaten sakal bıyık saç ne kadar tüy varsa sarıya boyarsam gerçek sarışın tadını yakalayabilirim" iddiası hakkaten biraz garip kaçmış. Hayır halka mal olmuş bir kara celebritisin. Bu saatten sonra kim yer senin sarışınlığını.

19 Nisan 2010 Pazartesi

güne emo uyanmak

70 Million by Hold Your Horses ! from L'Ogre on Vimeo.



İş yok güç yok eylenin bakalım. Nasıl oluyor da oluyor? Her sabah böyle karelerle uyanıp şunu yapıcam bunu yapıcam listeleri çıkarıp akşama bir sik yapmadan uyuyup, ertesi gün yine aynı listeye uyanıp akşama aynı sikle başbaşa kalmak. Ohh noooo I don't belong here

Büyük bir ikrahla kalktım. Pazartesiden kaynaklanıyor olabilir, bahardan kaynaklanıyor olabilir, gördüğüm pis rüyadan kaynaklanıyor olabilir, kül bulutlarından kaynaklı olabilir bunu 70 milyonla birlikte göreceğiz.

Gerek başlığı gerek içeriğiyle bu post Ayşarmanın emo versiyonu gibi oldu ama kusura kalmayacaanız. -Hakaten ayşaarmanın emosu olsa ya her hafta daraltsa-

Ama şimdilik her nerede eyleniliyor ve eylendiriliyorsa haset ve nefretle izliyorum.

18 Nisan 2010 Pazar

II. justin vakası


Orada burada gezerken görüyorum yok Justin Bieber şurda da çıktı yok Obama ile şarkı söledi. Bir biberdir gidiyor. Girdim baktım tamamiyle bir sahtekar pezevenk müzikal projeden ibaret bizim biber. Neymiş efenim youtube'a performansını yüklemişte, görenler çok beğenmişte sonra Usher'la tanışmışlarda, albüm çıkarmışlarda, ondaki R&B ve hiphop yeteneğini keşfetmişlerde. Yaa atmayın din kardeşiyiz.


Belli ki zinci kardeşlerimiz "ya bu piyasa olduğu gibi siyah oldu yine, Justin Timbırlent büyüdü kendi şirketini kurdu, Eminem mayaladık tutmadı bari küçükten alalım yetiştirelim" demişler yepyeni bir Justin bulmuşlar. Usher sen elinden tuttum dersin, Ludacris sen ortaya bir featuring yaparsın, Obama'nın yanında şarkı söletiriz bunu bikaç ekstraya götürürüz. Hep birlikte büyütelim bu beyazı çocuklar demişler.


Biber'e gelince öyle pek bir parlayacak tarafı yok. Bütün saçlarını önüne tarayınca yakışıklı olduğunu düşünen ama bir çeşit star wars yaratığına benzeyen bir bibi kendisi. Hafif kısık böyle çocuk tınısı var. E zaten çocuk. Ama klipleri görsen sanki dersin hergün ayrı manita yiyor. Yapma Justin daha geçen yıl yeni kıpırdamıştır.


Kısaca bebelere biberden R&B'ymiş olay. Usher koskoca adamsın, küçücük çocukla bir olmaya da mı utanmıyosunuz anlamadım ki. Parti yapıcam diye el kadar çocuu aramalar, yo men partiliyelim demeler. İki kuruş kazancam diye çoluk çocuğa respect. Ama yapacak birşey kalmamış. Tarihe 2. Justin vakası olarak geçti bile çoktan.


Vakai vakvakiye. Bu vakvak kelimesi yüzünden unutulmayan bir tarih olayı.

16 Nisan 2010 Cuma

türk celebritisinin büyük eksiği


Avrupa'nın ahlakını değil ilmini alalım diye uğraştık sonuç ne oldu. Herkesin sanatçısı,şarkıcısı en derin bunalımında, şöhret çıkmazında, karısını aldattığını itirafında bile bir karizma bir artistik taşırken benim sanatçım en derin bunalımında bile karizmayı yerlerde sürüyor. Avrupalı öle mi? Kimi saçını kazıyor, kimi orda burda gazetecilere paparazzilere hareket çekiyor, kimi simsiyahlara bürünüp uyuşturucudan ciroz gibi kalıyor. Ama hepsi adam gibi rehabilitasyon merkezine yatıp bir süre sonra pamuk gibi çıkıyor dışarıya. Hatta bu durumdan para kazanmak bile nasip oldu bir çoğuna.

Ya benim yüreği yaralı, şöhret basamaklarını hızla çıktıktan sonra etrafında dostu kalmadığı için gözyaşlarına boğulan Tolga Karel'im. Kendisi de son derece depresif bir oyuncumuz. Her 3 ayda bir muhakkak bir olayı oluyor. Sarhoşken kaldırıma çıkıyor. Polislere laf atıyor. Birilerine "sen benim kim olduğumu biliyor musun" diye dayılanıp kendini arabaya kitliyor. Mütemadiyen gözleri yaşlı biten bir olayı var kendisinin. Ama tüm bunların ardından ne Tolga Karel rehabilitasyon merkezinde tedavi altına alındı, babası arkadaşları ona destek oluyor haberleri okuyoruz, ne bir elinde blackberry, anahtarlık, cüzdan, diğer elinde sigara, çakmak Starbucks siyah gözlükleriyle yüzünü kapatmış yürürken ki fotoğraflarını görüyoruz.

Bugün okudum. Kendisi Zarifi'de yalnız otururken yine ağlamaya başlamış. En son eski sevgilisini aramış, bakmış ki o da telefonunu açmıyor ikrah etmiş hayata. Sonra da paparazzilere “şöhretin doruğundayım. Param çok ama huzurum yok benim. Evli değilim, çocuklarım yok, eksiğim çok. Eve gittiğimde dört duvar arasında yapa-yalnız kalıyorum. Sizi karşılayan bir eşiniz, çocuklarınız var, benimse hiçbir şeyim yok” diyerek ağlamaya başlayıp daha sonra koşarak oradan uzaklaşmış.

Olmuyor olmuyooor. Zarifi'de ağlamak ne? Mekan çok yanlış. Hadi ağladın, demecini verdin -ki çok yanlış demeçler- ya koşarak karanlıkta kaybolmak...

japon nerede biz oradayız



Bu tatta yaşamak istiyorum bende..

15 Nisan 2010 Perşembe

bir kedi yeter!

Yeni "bir kedi yeter!" kampanyası videosu geldi. Kafaları ve teknolojiyi güzelleştirmek için bir kedi yeter! iPad kullanan kedi kafaları ve teknolojiyi güzelleştirir. Bu arada biz iPad videolarını ağzımız açık izleyelim elalem kedisinin önüne koysun. Hak mı bu adalet mi? Anaam anaaam garip anaaam sen yoksun yanımda kime dert yanaaaam.



anam anam şarkısı için nereye gidiyorduk?
http://www.youtube.com/watch?v=Nk87G0w9E9M

14 Nisan 2010 Çarşamba

flashback'li anlatımlarla şaka gibi müzik


Katy Perry ilk çıktığında bir sahtekar pezevenklik sezmiştim. Böyle ı kıssed a girl laflarıyla erkek fantezi dünyasına hizmet eden, küçük kızların çılgıınseen çığlıklarına gaz veren hali irrite etmişti. Sonra sonra tiskintim geçti. Ancak son zaman kendisi kadar şakacı 3OH!3 ile söylediği şarkıyı her dinlediğimde yine mavi ekran veriyorum. Müzikten de az buçuk anlarım halbuki. Ama bu şarkı garip bir yerlere götürüyor beni. Girişi normal. Böyle bi yeri hıpızlı, dandik melodiler, teknonun japon şirinliği ile birleşmiş hali. Hafif endişe hissediyorum dinlediğimde, sanki midem bozulacakmışta tuvalet bulamayacakmışım gibi. Bir garip olay.

En son müzikle ilgili aynı endişeyi yurdumuz gençliği elektronik müziği keşfettiği yıllarda hissetmiştim. Bir anımla anlatayım. Biz küçükken metalciyiz. Herkesin elinde götümüz kadar kitap, batik etekler, tişörtler, yeşil asker çantası. Klasik 90'lar metalci forması. Ama maksat herkes gibin metal aleminin en güzel çocuklarıyla tanışıp, Carlos Castaneda, The Doors derken muhabbeti koyulaştırmak. Mekan Taksim Ortaköy arasında değişiyor. Neyse gel zaman git zaman milenyuma girdiğimiz sıralarda bir grup cillop elektronik müziğin tınısına kapılıp soluğu gizli bahçede aldı. Tabi bu istihbaratı alan metalciler arasından kopmalar başladı. Bizde kankam ve ben "neler oluyor lan bu alemde" diye tebdili kıyafet - düüz kesim fışır pantolon, altına spor ayakkabı, üstte düz renk -mümkünse- gri tişört - soluğu gizli bahçede aldık. Gördük ki rock bar müdavimleri birden yüzyılın clubber'ı olmuş. Neyse girdik ortama, baktık güzel çocuk seviyesi metalci kabilesinden yüksek seyrediyor kalmaya karar verdik. Bir de müzik çalıyor civ civ civ civ gııırrccc gırrrcc torrr torrrr iuuuuvvvvv. Bir süre dans ettik bu müzikte. Dans ettik ettik sonra filmlerde olur ya böle sahneler, aynı anda birbirimize bakıp "e bu elektrikli testere sesi" dedik. "Yürü yürü yürü, kaç kaç kaç" diyip merdivenlerden zor aşaa attık kendimizi. İnerken eski metalci yeni clubber tanıdıklarla karşılaştık. "Ne o yaaa yeni gelmiştiniz" dediler bizde "testere çalıyo gidiyoruz biz" dedik kaçarayak. Yukarıdan en son merdiven yankısıyla şu sözler geliyordu "testere mi testere ne olum?" Bu replikle kapandı elektronik müziğe giriş maceramız. Sonra aradan yıllar geçip testereler yerini daha güzel melodilere bırakana kadar yağlı kafa metalcileri bağrımıza basmaya devam ettik.

İşte o gün aynı endişeyi hissetmiştim. Ulan müziğe benim anlamlandıramayacağım birşeyler mi oluyor diye. Sonra neyse ki bişe olmadı.

Bu arada şakacı Katy Perry ve şakacı 3OH!3'nin şarkısı aşaada
http://www.youtube.com/watch?v=dvf--10EYXw&feature=fvst

13 Nisan 2010 Salı

işte burası striptizci yuvası


Şimdi de öyle midir bilmiyorum ama ben bile -ben bile derken ne kadar genç olduğumu vurgulamak istiyorum- İstanbul Üniversitesi'nin önünün polis dolu olduğu, derslere tekbir sesiyle girilip, yurdumuza faşist dolmuş vurun gardaşlar vurun marşlarıyla çıkıldığını gördüm. İşte böyle sıradan günlerden birinde oldukça kalabalık bir grup polis -polis haftası mıydı neydi hatırlayamadım- edebiyat fakültesinin önünden geçerken fakülteyi işaret ederek "işte burası hain yuvası" diye hep bir ağızdan bağırmaya başlamıştı. Bizde camdan izleyip, durumun bir toplumsal galeyana dönüşmemesi, okula saldıran polis ve halk tarafından dövülerek ölmemek için dua etmiştik. Bayaa bir götüm atmıştı açıkçası. Çünkü galeyan bizim toplumca en sevdiğimiz etkinliktir. Bir mangal iki galeyan.

Bu anımın beynimde canlanmasına neden olan haber ise şu: Dünyanın en ünlü üniversitelerinden Cambridge'de öğrenciler ders stresinden kurtulmak için striptiz kursu almaya başlayacakmış. Kursa katılmanın tek şartı ise kadın olmakmış. Organizatörlerden Juan de Francisco, bunun zararsız bir eğlence olduğunu, derslerin de egzersiz ve iyi hissetme amaçlı olduğunu, cinsel amaç taşımadığını söylemiş ve eklemiş “Yüksek topuk yok, eğitmen spor ayakkabı giyilmesini ya da çıplak ayak dans edilmesini istiyor. Fikir benim değil, birliğin daha önce aynı eğitmenden ders almış kadın üyelerinden biri önerdi, ben de komiteye götürdüm.” Son cümleden anladığım kadarıyla Francisco'da düzenlediği kursun nereye gideceği konusunda şüpheler taşıyor ama bulaşmış bir kere. Sen o kadar oku akademik kariyer yap, doçent ol, profesör olurum derken pezevenk ol. Bok olan kariyer diye buna denir.

Artık bir hurriyet.com magazin haberlerini, bir de İngiltere'den gelen haberleri böyle keyifle okuyorum. Şuursuzluk düzeyi ilginç bir şekilde aynı.

Bu arada iki üniversiteden iki farklı saçma olayı düşünürken gözlerim uzaklara daldı ve şöyle bir hayal bulutu oluştu. Bizim çevik kuvvet Cambridge'in önünde bağırıyo "işte burası orospu yuvası" ya da bizim dekandan imzalı kağıt gelmiş hepimize "Öğrencilerimizin ders stresini atması amacıyla belly dance kursumuz açılmıştır. Müracaat için öğrenci işlerine başvurularınızı bekliyoruz. Tabi öğrenci işlerindeki memur ona bin kere seslenmenize rağmen kafasını kaldırırsa. Hahahahah. Saygılar Kemal Alemdaroğlu"

10 Nisan 2010 Cumartesi

messi yesin onu nenesi


Çok değil sadece birkaç gün önce futbolu hiç sevmem, izleyene de hakkımı helal etmem tarzı artistik yazımı bu hafta Messi sayesinde gargara yapıp bir güzel yuttum. Hasbel kader izlediğim geçen Arsenal Barselona maçında keşfettim ben kendisini. Şimdi evladım gibi seviyorum, o lazut kafasını göğsüme bastırmak pembe yanaklarını sıkmak istiyorum. Tusubasa gibi hızlanışı, çlink diye topa şut çekerken hayatın yavaşlaması, kalecinin beşliğinden golü çakması, herkes oyun durdu diye mal mal bakarken oyunun başladığını farkeden ilk kişi olup ayağının ucuyla topu komik bir hareketle çıkarması, zeka fışkıran, felfecir okuyan gözleri, lazut tipi, güdük boyuyla beni fitbola yakınlaştırdı kendisi. Hatta az önce yüzyılın fanatiğiymişcesine Barselona Real Madrid maçını izleyip, Madrid oyuncularına beddua okudum. Messi'nin golünde ayağa kalkıp olley çektim. O pislik taç yaprak Ramos'un sülalesinden girdim, emmioğlundan çıktım. Madrid'li futbolcuların bizimkileri araya alıp terminatör gibi üstünden geçmesine sesine çıkarmayan hakeme 'nonniş hakem' diye bağırdım. Ronaldo'ya 'Apaçi Ronaldooo nooldu ağlama ağlama, yürrrrüüüü' gibi spor ahlakına uymayan varroşş yorumlarda bulundum. Ama sonra acıdım karizmayi çizdi diye. Gözden düştü çok fena çünkü artık harcamaları kısma zamanı geldi.

Demek ki neymiş? İyi oynansa, oradaki izleyiciler gibi insan evladı gibi izlense çok da kötü değilmiş. Biraz ailemizin görüşü gibi oldu ama tektaşımı kendim taktım diye şarkı yapıp voleyi vurduktan sonra tektaşı Serdar'a aldıran Karaibraamgil'i affetti herkes ben de ikinci bir şansı hakettiğimi düşünüyorum. Heyecanımı bu çocuğa bağışlayın. Bayaa onu izliyor onu bekliyoruz. "Futbolun Messi-h-i dünyaya indi." başlığını hurriyet.com'dan önce atmak istiyorum hatta.

Ve hatta bir gün bir araya gelsek hatıra fotoğrafı çektirsek nasıl bir poz olur diye düşündüm. Kendisi için top gibi olurum bana şut çekiyormuş gibi yapar o da. Ya da birlikte kafa topuna çıkıyormuşuz gibi bir hatıra pozu çok güzel olur diye düşündüm.

Uzaylı olduğuna da inananlar varmış. Olabilir birden hızlanışı, aynı anda birkaç yerde olabilmesi benimde kafamda soru işaretlerine neden oldu.

9 Nisan 2010 Cuma

rolüme fakir doğarak hazırlandım

Anadolu Sigorta 85.Yıl Reklamı from Ibrahim Nergiz on Vimeo.


Kankamın tweet'inde gördüm bonemi taktım doğru haber mi diye internette araştırmaya başladım. Gördüm ki gerçekmiş. Anadolu Sigorta'nın çok dramatik reklam filmindeki Sebahattin Bayraktutar'a reklamdaki oyunculuğunun karşılığında sadece 500 TL verilmiş. Sevgili yapım şirketi "Bu zaten fakir yeaa yardımcı erkek oyuncu olduğunun farkında değildir. Sorarsa koskoca Atatürk'e 750 verdik deriz. 500 verelim yeter" demiş. Hayat böyle birşey çünkü. Para parayı çeker ama fakirlik asla parayı çekmez. Sebahattin kaloriferciliğe devam ederken reklam çekimlerinin ardından ekip Amsterdam'da bir yorgunluk kaçamağı yapabilir. En iyi reklam dalında ödül alınırken, Sebahattin'e kahvede "Sebahattin dayı senin reklam çıktı. Ne güzel oynamışsın yaw" muhabbetleri yeterlidir. Sebahattin Bayraktutar'da rolünü hiçbir oyunculuk eğitimi almadığı halde o yüzden o kadar iyi oynamıştır zaten. "Bişe istemiyrik beyim, biz koca vatanı düşmandan kurtarmışık"tır onun için zaten hayat. Vatan sağolsundur, devletlim varolsundur, boynumuz kıldan incedir. Bir tek selam çakmayı çok becerememiş. Böle yallah der gibi. Onu da o şekilde derdini soran kimseyle karşılaşmadığı için yapamamıştır muhtemelen.

Sevgili yapımcılara bir tavsiye. Atatürk'ü Nurseli İdiz bile oynadı oynamayan bir ben kaldım. E durum hazır böyleyken emekli paşa kullanın çekimlerde. Bir askeri düğünde gördüm. Bütün paşalar kaşları jölelemiş, bir açıdan bakıldığından Atatürk'ü andıracak bir benzerliğe ulaşmıştı. Böyle geniş bir kitle var. Bu ara zaten o kadar çok Atatürk aranıyor ki. Atatürkler setten sete koşmaz. Makyaj, git gel masrafı azalır.

Konuyla ilgili haberleri okurken durumu kınayan Tüketiciler Birliği Başkanı Nazım Kaya'nın yorumu beni mahfetti. Gaza gelen Kaya reklam filminden alıntı yaparak "Bu halin mutlaka bir çaresine bakılmalı" demiş. Kendisiyle deneme çekimi yapılıp Atatürk oynamaya aday olabilir mi araştırılsın.

Sebahattin amca işçisin sen işçi kal. Üzme bizi. Zaten ikrahtayız.

8 Nisan 2010 Perşembe

almış yürümüş bir çirkine prim örneği



Giydiği her kıyafetle olay olan Sarah Jessica Parker bu defa giysisini bir bebekle tamamlamış. Tosuncuk temalı kıyafetiyle görüntülenen Parker tarzıyla bir kez daha göz doldurmuş. Olabilir. Çünkü Hollywood'dan bunu da bekliyoruz. Ünlü bir tasarımcının kıyafetlere bebek iliştirmesini, zenci bebek kreasyonu hazırlamasını istiyoruz. Ve biliyoruz ki Sarah hemmen koşup bi tane alıp diğer koleksiyonların yanına ekleyecek. Bir röportajında "oh may goş, i laaav this. its emeyyzingg" diyecek.

Sarah Jessica Parker'ı her gördüğümde, onunla ilgili her haber okuyuşumda derin nefes alıp 'tövbe yarebbi estağfirullah' diyerek kapatıyorum sayfayı. -Lisedeyken okul müdürü beni her gördüğünde aynı hareketi yapardı. İlk islami bıyık gönüllü kobayı olduğu için benim üç numara saçlarım onda aynı tiksintiyi yaratıyordu. Şimdi seneler sonra bir insanın bir insana nasıl anlamsız gelebileceğini bende çok iyi anlıyorum. Hani hocalarımız bizi seneler sonra anlayacaksınız der ya hep.-

Konumuza dönersek; Sarah Jessica daha önce işlediğimiz üzere büyük bir 'çirkine prim verme' olayıdır. Taksimde gece gezse polis travesti diye içeri alır. Ama Hollywood'dadır, en tasarım kıyafet onda, en afilli manita kolundadır. Neden? Çünkü çirkine prim verilmiştir.

Ama yine uyarıyorum. Benzer görüntülerle karşılaşmamak için çirkine prim vermeyin. Sonra önünü alamazsınız.

Bir çirkine prim vermeyelim yazısının daha sonuna gelirken, şimdi hemen elinize bir kalem kağıt alıp hayatınızda prim verdiğiniz çirkinlerin adlarını yazın. Sonra o nerede siz neredesiniz bir bakın. Çirkin, verdiğiniz primlerle en güzel manitayı kapmış, işinde yükselmiş, cool awesome olmuş, siz yerinizde mi sayıyorsunuz? Nereden dönerseniz kardır. ( Şapkalı a)

Çirkin: Kendine gereksiz özgüveniyle iç sıkan, normal insanlar normal normal demeçler verirken kafayı kendiyle bozmuş vasatın altında insandır. Görünce hemen anlaşılır.

7 Nisan 2010 Çarşamba

bir kedi yeter!

Dünyayı ve kafaları güzelleştirmek için bir kedi yeter kampanyasının yeni yüzü diyeceğim yüz görünmüyor. Yeni patisi diyelim:

şeytana uyan rıdvan


Rıdvan Dilmen telekulak çetesinin abonesi çıkmış. Tanju'yu dinlediği için içeriye alınmış daha bu sabah serbest kalmış. Şaka gibi bir haber. Gerçi Rıdvan'ın telefona olan düşkünlüğünü reklamlardan biliyoruz. Bütün gün Hakan Şükür'le bayık bir sohbetteler. Telefonu kapatamıyorlar. Hakan diyor "sen kapa" Rıdvan diyor "yoo hayatta olmaz sen kapa." "Hadi kapatıyorum bak... Alo hadi kapat ama" şeklinde geç saatlere kadar telefondalar.

Turkcell CEO'suda diğer operatörlerin CEO'larını dinliyormuş. Hadi onu anladık. Turkcell'den herşey beklenir. Ama Rıdvan Tanju'nun telefonunda ne dinliyor olabilir. "Gol olur, gol olmaz" yoksa bu tahminler Tanju'nun tahminleri midir? Yüzyıldır Tanju'da aynı kızıllık, Rıdvan'da aynı saç kesimi. Neyi merak etmiş neyi dert edinmiş olabilirler.

Çok şaşırtıcı. Rıdvan'ın avukatı arkadaş kurbanı demiş. O daha da garip. Arkadaşı Tanju hakkında ne öğrenmek istemiş olabilir. Çok merak ettim. Tanju ne konuşmuş telefonda? Altınları bozup önümüzdeki ayda ben dinlemeye alıcam Tanju Çolak'ı. Bakalım nedir bu kadar önemli mevzu.

5 Nisan 2010 Pazartesi

ailesinin şımarık kızları haydi kütüphaneye!


Nil Karaibraamgil Türkiye'de açılacak Hogwarts büyücülük okullarının tanıtımı için iki sempatik minik büyücüyle bu pozu vermiş... Fotodaki kitabın boyutları bunu çağrıştırdı. Ama söz konusu fotoğraf "Kütüphane Özgürleştirir" sosyal sorumluluk projesinde adı geçen Karaibraamgil'in haber fotosu. Görüldüğü üzere Karaibraamgil her zaman olduğu gibi yine son derece olaydan bihaber. "Hi çocuklar bir çekim varmış Serdar poz vermemi istedi. Nerede durmam lazım" diye sorup en güzel gülüşüyle objektife bakmış. Eminim yanında iki çocuk olduğundan da haberi yoktur. Samimiyetsizliğin fotoğrafını çekebilir misin? isimli fotoğraf yarışmasında altın objektif alır bu fotoğraf.

Nil Karaibraamgil Erener eviliğe de cool bir bakış açısı getirir hepimizi sevindirir diye düşünüyorduk ama dakka bir çocuğa yaklaşmış her kadın gibi sosyal sorumluluk projesine verdi kendini. Ben 50'sini bekler diye bekliyordum ama ondaki herkesden önde olmalıyım hırsı "30'una gelmeden en az bir sosyal sorumluluk projesiyle parlayacağım" notunu düşmesine neden olmuş pek meşhur yapılacaklar listesine. Keza Karagil sevimli bir surat altına gizlenmiş hırsın dünyaya inmiş halidir. Olsun, o da bir evlat.

Haberi ilk gördüğümde acaba okullara gidip kitap mı okuyacak, yoksa kitap mı bağışlatacak, bağış mı toplayacak diye düşünmüştüm. Ancak okudum ki ne münasebet. Herşeyde olduğu gibi Nil'in bu projede de görevi "poz"dan ibaret.

Olsun, Allah razı olsun. Aklına gelen dilinde besteye dönüşsün. Allah daha çok versin. Moda haftalarının en güzel kıyafeti seni olsun. Amin.

3 Nisan 2010 Cumartesi

biz biliyoruzda mı alıyoruz



Bugün itibariyle insanlığı herşeyden daha çok ilgilendiren teknoloji olayı gerçekleşti. Apple'ın bi sike sürülmeyen, pek tasarım ofislerinde otururken "canımız sıkıldı bu iPhone'u biraz büyütüp öle bi satışa sunsak" diyip Appleseverlere kakalamayı amaç edindiği iPad piyasaya sürüldü. Önceden gittikçe küçülen teknolojiler ayakta alkışlanırken şimdi gittikçe büyüyeni mi makbul soru işaretlerinin yanında işlevsel olarak bir flash bilem oynatamama yeteneksiziliğiyle ikraha neden oldu. Ancak teknoloji magazin karışık yorumlar bir yana, zengin ülkelerde büyük yankı uyandırdı bu olay. Ülkemizde hala padler kanatlı, kanatsız, gece, uzundan ibaret olduğundan biz bişe anlamadık ama CNN'de aldığımız bilgiye göre Amerika'da nerede bir kemik gözlük tasarımcı, cool, awesome insan, parasını nereye harcayacağını şaşırmış ana kız, Apple Store'un önünde sabahlamış. Gece soğuk demeden almışlar yorganları uyku tulumlarını tatlı teknoloji sohbetleri, tweetler eşliğinde sabah olmasını beklemişler.

Mağazaya ilk koşanlara yöneltilen "iPad'i nasıl bilirsiniz?" sorusuna da ilginç cevaplar var. Atlanta Georgia'da sabahlayan bir ABD vatandaşı 'Ne işe yaradığını bilmiyorum ama sanırım oldukça cool bişe' diye bir cevap vermiş. 'Bir diğeri kahve masamın üstünde güzel duracak' demiş. E şimdi Apple ne yapsın? Bakıyor dokunmatik bok yapsam boynuna asacak millet. "Şimdi flash oynatamayanını sunalım masuscuktan, 3 ay sonra da oynatanını sunarız iPad s deriz mesela ona da" gibi köylü kurnazlığına kaçıyor ister istemez.

Kemik gözlüğüm yok Apple bok yapsa beyaza boyayıp üstüne elma koysa alabilirim, öyle bir potansiyelim var. İşletim sisteminin ve kullanımının PC'ye oranla daha zeki olduğu konusunda sinir bozucu tartışmalara da giriyorum. iPhone ilk çıktığında demosunu izleyip, geceleri onu hayal ederek uykuya dalmış, evde neyi satsam alırım acaba diye hesap etmeye başlamıştım. Tam ne var ne yok online satışa sunacakken hediye getirmişti teyzelerin teyzesi. Hala da kulanıyorum çelik kasa. Ancak bu iPad meselesinde bir sahtekar pezevenklik seziyorum. Teknolojisi ve tasarımıyla salya akıttıran Apple bakın kuşkondurdum diyip aynı modelin bir devre fazlasını birkaç ay arayla piyasaya sürünce bir Nokai efekti yaşadım. Soğur gibi oldum Apple'dan. Bir yenilikle geldin mi bana Apple. Dokunmaya alıştık, ya sonra?

Bu nedenle kotex kullanmaya devam edeceğim. (Nasıl espiri?)

2 Nisan 2010 Cuma

kadere ikrah: bir BMW'em bile yok!


Bu arabayı istiyorum. Alcam bu arabayı kontağı açar açmaz John Carpenter'dan The End çalmaya başlıcak. Bilumum arkadaşa şunu bi alır mısın diyip cama sıkıştırıp tecavüz şakası yapıcam. Öyle fotolarını çekip tehdit et dosyasında saklıcam.

Bu yaşıma kadar hiç zenginlik hayali kurmamıştım. Ama 7 yıldır s.k gibi çalışıp kenarda şu aslan parçasını alacak 4.500 Türk liramın (dolares, eures değil) bile olmayıp üstüne borcumun olması beni ikrah ettirdi.

Hak mı bu adalet mi, son model istemiyorum ki 1985 model tecavüz serisi. Bu da mı bana çok.

Anaaam aanaaam garip anaaam sen yoksun yanımdaaa kime dert yanaaaamm.

Yine de secret fotosu hazırladım gözlerimde yaş.

John Carpenter şarkısı dinlemek için aşaadaki link

http://www.youtube.com/watch?v=ot_YaFrzrA0&feature=related

Anam anam şarkısı için aşaadaki

http://www.youtube.com/watch?v=Nk87G0w9E9M

1 Nisan 2010 Perşembe

vampirlikte yeni düzenlemeler


Tru blod, tvaylayt, liseli, kurtadamlara kıl, gençirisi vampirler derken hayaller gerçek oldu. Alamanya'da kafayı ciddi kırmış bir grup işinde gücünde insan biz vampirik diye ortaya çıktı. Uzmanlar o kadar şaşkın ki Almanya'da vampir patlaması yaşanıyor gibi akıllara zarar açıklamalar yapıyorlar.

Bilgisayar uzmanı vampirlerden birinin verdiği demeç ise şöyle: "150 kişiyiz kimseye zararımız yok birbirimizin kollarını jiletle kesip, bardağa damlatıyoruz. Yoksa boğazdan ısırmak falan gibi adetlerimiz yok. Ama ben en çok yaradan emişi seviyorum."

Peki nasıl vampir olunuyor?

Vimpirler vücudlarındaki belli kesik izlerinden birbirlerini tanıyorlar ve bir vampir olmanın yolu ısırılmaktan değil HIV testinden geçiyor. Negatif HIV testini getiriyosun, temizim diyosun. Hijyen bir numaralı kural. Bu testin yanında tam kan sayımı önemli. Kansızlık, hemofili gibi hastalıkları taşımıyor olmanız lazım. Öyle ben kansızım bu defa da senden içelim yok. Alman hesabı uygulaması geçerli.

Bir de rızayla kan almak çok önemli. Öyle tuttuğumu ısırayım, kanını sonuna kadar emeyim, karıya kıza dalayım gibi ortaçağ vampiri hareketler çağ dışı olarak nitelendiriliyor.

Kafama yattı başvurmak istiyorum diyenler HIV testi, tam kan sayımı, savciliktan temiz kağıdı, 2 kefille birlikte bilgisayar uzmanı Rafael'e başvuruda bulunabilir.

iletişim:
info@vampiriz.biz