2 Aralık 2014 Salı

parçacık fiziği videosu arıyordum nereye geldim

Şerefsiz kız kardeşim lambada yaptığımı anneme ispikleyip dans kariyerime sekte vurmasaydı, Michael Jackson'un arkasında dans edip, şimdiye dans kursumu açıp diri vicıtlara dans öğretmek ayağına dokunduruyor olurdum. Kader işte, alnına ne yazıldıysa o.

Olmadı çocuğu aynen bu şekil latin dans kursuna yazdıriim diyorum ayağa kalkar kalkmaz. Enerjisini alır, götü yuvarlak güzel olur genetiğimize bi yararı dokunur. 

Erkek olursa yazdırmam ama böyle yılan gibi kıvırılsa çok itici utanırım. Kız olursa da o saç savurmaları yapamaz. Üslubuyla çaçaça!




14 Temmuz 2014 Pazartesi

gecelik

Hayata iki sıfır geride başlamak diye bir şey var
Bunlardan biri ince ayak bilekleri
Diğeri benli yanaklar
Koşarak kaçamazsın yürüyerek geldiğin yerden
Bir o yana bi bu yana yatmalısın önce
Uzun uzun bak
Yavaş yavaş bırak
Aldığın nefes bu kadar değerli madem
Önce derin sonra yavaş
O sahilde oturup neşeyi izler miyiz bilmem
Her şey ihtimal dahilinde olduğunda
Hiç bir şey kesin değil
Ben olsaydım kuralları böyle koymazdım
İsteyen istediği dala sererdi atlasını
Kimse kaybolmaktan korkmazdı.

27 Nisan 2014 Pazar

en güzel duygulara turrp sıkılır




Geçenlerde bir rüya gördüm gündüz niyetine, beni böyle geçmişe götürmüşler güya. Yeşillik bir alana bırakıyorlar, bilinçaltım sağolsun dekorla hiç uğraşmamış geçmiş işte bilsin yeter hiç şimdi tarihe referans verecek kıyafet bina hayal edemicem demiş. Neyse geçmişin çayırlarında oturuyorum gece vakti. Yanıma bir kız çocuğu geliyor ama Kate Moss'un ananesi, güzellikten parlıyor. Bembeyaz bir ten parlak saçlar iri mavi gözler, kırmızı dudaklar, böyle peri masalından çıkmış gibi bir çocuk. Bununla biz süper anlaşıyoruz hemen. Sohbet muhabbet, gökyüzündeki yıldızların isimlerini anlatıyorum falan. Kuzu gibi dinleyip sorular soruyor. Hem güzel hem akıllı yani geçmiş zaman çocuğu olduğu için hadi iPad'den bakalım bana Pepe gerizekalısını aç demiyor, gökyüzüne bakıyor. Ay benim bir kanım ısınıyor buna kendi çocuğum olsa bu kadar severim yani. Neyse biz tatlış minnoş sohbet ederken ederken biri geliyor tipsiz diyor ki hadi zaman doldu geri dönmen lazım. Ben ya iki örnek oluyordum şurda, geçmişe ışık tutuyordum diyorum ama yok döneceksin diyorlar. Ama diyorlar - geldik zurnanın si dediği yere - istersen kızı yanına alabilirsin.

!?!

(İşte o an anlaşılıyor ki; karamanın koyunu bilinçaltım bu sade dekorla yine orospuçocukluğu peşinde. Ama ben YEMEM!)

Ben adamın yüzüne bokuma bakar gibi bi süre bakıyorum. O sırada da içimden yaw şimdi ben bunu nasıl alayım diyip dışımdan, "Çıyırdı çimindi yıldız izlirkin gizel de şimdi bin bının sırımlılığını ılımım ki ikiki" diyip bayaa güzelim çocuğu orda geçmişte bırakıyorum. Valla hiç arkama bakmadan da ışık hızıyla günüme geri dönüyorum. (Işık hızı hem gerçek hem mecaz anlamda kullanılmıştır.)

Gözlerimi bir açtım çok şükür çayır çimende değilim 2+1 kedi kokulu evimde sıkıcı hayatıma devam ediyorum. Etrafımdaki en yakın çocuk hala komşumuz gerizekalı Arda. İçimden geçen tek şey ohh yine yırttım oldu. Geçmişte yaşayan prenses tipli kız çocuğunu almadığım için gram pişmanlık hissetmedim. Öyle pis domuz bir insanım. O an dedim ki kızım Atgotten bilinçaltı sana modern dekor anlayışıyla kısa ve öz tek perdelik oyunla mesajı verdi. Sen çeşitli teyzelerin gazına gelip bu boku yeme. Yiyeceksen de daha doğumhanedeyken annenin kucağını hedef alıp o tarafa doğru hafif kavisli şıftırıp, kordon bağını takla atarak havada kestikten hemen sonra koşarak kaç. Bir süre koştuktan sonra geri dön çünkü emmesi lazım.

Her neyse buraya nasıl geldik, getirildik?

Hayat aşırı geyikçi bir yer. Her yaşın muhabbeti sohbeti belli. Ve kırklı yaşların ekstreme spor ne yapsak, dünyanın hangi köşesini görmedik muhabbetine gelmeden aşman gereken 30'ların çocuk yapma sorunsalını yaşaman gerekiyor. Ben de otuzlarımın ortasına gelirken, etrafımdaki bütün kadınlar Aliye Rona gibi dölsüz kaldığım konusunu her tarladan, çapadan döndüğümde yüzüme yüzüme vuruyorlar.

Bir ortama bebek mi girdi ilk benim kucağıma tutuşturuluyor. Eline alır almaz "oha ya inanılmaz bir annelik şu an sanırım sütüm geldi gerçekten" diyip akşama kocayla halvete girip hemen o gece hamile kalacağını sanıyorlar. Çünkü bebek yapmak için can çekmesi çok önemli. Hepimiz bir diğerinde görüp canımız çektiği için bebek yapıyoruz. Künefe mi bu teyze diyorum canı çeksin insanın. Hiç farketmiyor, o sırada yumurtalıkları çoktan beyinlerini ele geçirmiş oluyor çünkü.

Sonra annemin çok minnoş bir komşusu var mesela onun tekniği çok acayip. Vantrolog gibi. Bir yandan ağzıyla diğer teyzelerle başka bir muhabbet çevirirken diğer yandan midesinden bana "Yap kızım yap bi tane. Yap kızım bak sonra pişman olursun. Yap kızım yap bi tane bak ne güzel annen de bakar. Yap kızım yap bi tane aradan çıkar. Yap kızım yap bi tane." diyebiliyor. Youtube açık olsa ve videosunu koysam 1 milyor like alır. İbretlik bir yetenek.

Sonra en baştan çıkarıcı şekli olan bunu senin yaşında yapmış keyfine varan çevre dost arkadaş var. Önümüzdeki yıl yapmayı düşünüyorum diyen var. Önümüzdeki hafta ne yapacağımı bilmiyorum. Bu nasıl karar arkadaş? Madem yapmaya karar verdin neden önümüzdeki yıl? Hasat mı az bu sene? Hayvanların selde telef mi oldu? İşte bunları kafamda oturtabilsem ben de bir üst düğmemi açayım ağdamı yapayım ama mantığım alamıyor tam.

He bi de sonra bunun yapmış parkta gezdiren Emo'su var. Valla daha bugün gördüm. Normalde onların yanında doberman gezdirmesini ya da omzunda yılan beslemesini beklersin. Yok. Baya siyah olmasına dikkat edilmiş bebek arabalarıyla ogu bugu yapıyorlardı. Elin oraya buraya I don't belong here yazan adamı kızı muhtemelen siyah saçları yana yatık bebekleriyle mutlu bir pazar geçirirken sen şiş bacağınla  çimende oturuyorsun. Tek sorumluluğun biri şaşı biri cüce iki kedi. O da emo sen de emo'sun ama kadın çocuğu komuş. İnstagrama foto koyacak alacak 100 like. Senin neyin var? Biri şaşı diğeri cüce kedin.

Ama işte ev gezmesinden park gezmesine alınan tüm mesajların bendeki yansıması bu rüya. Önüme Kate Moss'un ananesinin bebekliğini getirin gecenin karanlığında geçmişte bırakır dönerim sorumluluğunu alamam. Ama siktiriboktan şeylerin sorumluluğunu alırım. Hastası olurum. Boş işler direktörüyüm.

Neyse ya öyle işte. Konunun varacağı bir yer yok. Yapanlar nasıl yaptı bana bir desin. Ben soğuk dölsüz bir kadın mıyım biri açıklasın. Biri rüyamı yorumlasın. Biri de çay koysun. Diğeri de su getirsin. Hadi bacağım çok ağrıyor. Hadi canlarım. Uzun zaman sonra bir araya geldik. Yormayın beni.


24 Nisan 2014 Perşembe

2014 Politik Saç Modelleri




Hani hepimiz politik olduk ya. İşte böyle bir politik olduk. Politika bu bizim için. Ankara'nın Bağları çalar çalmaz hepimiz oynamaya başlıyoruz. Çünkü nihayetinde "Oturmaya mı geldik?" bir düğünde, nişanda sorulan en anlamlı sorudur.

12 Mart 2014 Çarşamba

tek başıma taşıyamıyorum



Bundan yıllar yıllar önce ben daha çok küçükken dayım solcuydu. Ve bir gün bana her canlının eşit şartlarda yaşayacağı güzel bir dünya anlattı. Bu dünyayı kurmak için çalışmak gerektiğini ve çocuklar için güzel bir geleceğin ancak bu şekilde elde edilebileceğini söyledi. Aklıma hemen yattı. Eşitlik çok basit bir hesaptı çünkü. Parmakla saymaya bile gerek yoktu.

Tabi tüm bunlar olurken annem anksiyete krizleri eşliğinde bizi göz hapsinde tutardı. Dayımı kenara çekip "daha çok küçük çocuğun aklını böyle şeylerle çelme" diye uyardığını duyardım ama anlamlandıramazdım. Niye kızıyordu ki? Herkes gazoz içebilecekti!? 

Sonra bir gün, öylesine sıradan bir gün, evde otururken müzik dinleyeceğim tuttu. Kasetler arasından birini çıkardım, taktım. Bir şiir girişiyle bir şarkı başladı. Bişeler bişeler dedi ve sonra şu cümleyi söyledi: "Panzer yürümüş çocuk yedi yaşında kalmış." 

.............................

O anı hiç unutmuyorum... İlk önce ne demek istediğini nasıl anlayamadığımı... Sonra her çocuk gibi anlamak için sorular sorduğumu... Çocuk kaç yaşında kalmış? Yedi. Neden kalmış? Panzer yürümüş...

Sonra dünyanın en kötücül "ölü çocuklar hep o yaşta kalır çünkü" cevabına ulaştığımda hissetiğim, ruhun bedenimi ilk terkedişini hiç unutmuyorum. Ve bir çocuğa kötü bir şey olduğunu duyduğum her an da kendimi o radyonun başında buluyorum. Hiç körelmeyen, o içinden geçen tırpan. Dünyanın en kötü şeylerinin toplamından daha da kötüsü. Dağlara ve taşlara bile dileyemeyeceğin bir yük...

.................................

Ve bu sabah bu yükün ağırlığı 16 kilo. Gözden sabahtan beri akamayan yaşla, sokaklarda koşamayan bacaklarımla, kime duyacağımı bilemediğim öfkemle ve anlatmaya utandığım üzüntümle, dönmeye devam eden küçük dünyamda başbaşayım.

Üstelik bu 1+1 dünyamda; sokakta ne işi vardı diyenden, bu gece sokakları yakalım diyene, işimize bakalım diyenden, üzüntüden her an ölecekmiş gibi durana bir dolu tanıdık var. Birlikte türlü dertlere gözyaşı döktüğüm ama küçük bir çocuğun ölümü için acımasızca yorum yapan arkadaşım var. Beni bu dünyaya getiren, yetiştirmek için gecesini gündüzüne, yazını kışına katıp, elleri nasırlaşıncaya kadar çalışan ama bu ölüme sessiz kalacak babam var.

Nerelere gideyim bilmiyorum. Üstümde 16 kilo, duruyorum. Sabahtan beri taşıyorum. Gittikçe ağırlaşıyor. Bir yerde bırakmaya da kıyamıyorum. Öfkeye teslim edemem, bir köşeye koyamam, arkamda bırakamam. Çünkü o daha bir çocuk. Kendimi bu kadar çaresiz hissettiğim çok anım olmadı... Yani çaresizlik gibi de değil de. Kalp kırıklığı, inanç yitimi, kayıplık... Beynimde bu anın görseli nedense bir fanusun kırılışına tekabül ediyor. Nedenini bilmiyorum.

Düşünüyorum. Bu çocuk uyuyordu kaç gündür... Demek ki bir umutmuş gerçekten.
İnsan hayalinin kırılacağını bilse, hayal kırıklığı bu derece güçlü bir duygu olmazmış demek ki...