Bundan yıllar yıllar önce ben daha çok küçükken dayım solcuydu. Ve bir gün bana her canlının eşit şartlarda yaşayacağı güzel bir dünya anlattı. Bu dünyayı kurmak için çalışmak gerektiğini ve çocuklar için güzel bir geleceğin ancak bu şekilde elde edilebileceğini söyledi. Aklıma hemen yattı. Eşitlik çok basit bir hesaptı çünkü. Parmakla saymaya bile gerek yoktu.
Tabi tüm bunlar olurken annem anksiyete krizleri eşliğinde bizi göz hapsinde tutardı. Dayımı kenara çekip "daha çok küçük çocuğun aklını böyle şeylerle çelme" diye uyardığını duyardım ama anlamlandıramazdım. Niye kızıyordu ki? Herkes gazoz içebilecekti!?
Sonra bir gün, öylesine sıradan bir gün, evde otururken müzik dinleyeceğim tuttu. Kasetler arasından birini çıkardım, taktım. Bir şiir girişiyle bir şarkı başladı. Bişeler bişeler dedi ve sonra şu cümleyi söyledi: "Panzer yürümüş çocuk yedi yaşında kalmış."
.............................
O anı hiç unutmuyorum... İlk önce ne demek istediğini nasıl anlayamadığımı... Sonra her çocuk gibi anlamak için sorular sorduğumu... Çocuk kaç yaşında kalmış? Yedi. Neden kalmış? Panzer yürümüş...
Sonra dünyanın en kötücül "ölü çocuklar hep o yaşta kalır çünkü" cevabına ulaştığımda hissetiğim, ruhun bedenimi ilk terkedişini hiç unutmuyorum. Ve bir çocuğa kötü bir şey olduğunu duyduğum her an da kendimi o radyonun başında buluyorum. Hiç körelmeyen, o içinden geçen tırpan. Dünyanın en kötü şeylerinin toplamından daha da kötüsü. Dağlara ve taşlara bile dileyemeyeceğin bir yük...
.................................
Ve bu sabah bu yükün ağırlığı 16 kilo. Gözden sabahtan beri akamayan yaşla, sokaklarda koşamayan bacaklarımla, kime duyacağımı bilemediğim öfkemle ve anlatmaya utandığım üzüntümle, dönmeye devam eden küçük dünyamda başbaşayım.
Üstelik bu 1+1 dünyamda; sokakta ne işi vardı diyenden, bu gece sokakları yakalım diyene, işimize bakalım diyenden, üzüntüden her an ölecekmiş gibi durana bir dolu tanıdık var. Birlikte türlü dertlere gözyaşı döktüğüm ama küçük bir çocuğun ölümü için acımasızca yorum yapan arkadaşım var. Beni bu dünyaya getiren, yetiştirmek için gecesini gündüzüne, yazını kışına katıp, elleri nasırlaşıncaya kadar çalışan ama bu ölüme sessiz kalacak babam var.
Nerelere gideyim bilmiyorum. Üstümde 16 kilo, duruyorum. Sabahtan beri taşıyorum. Gittikçe ağırlaşıyor. Bir yerde bırakmaya da kıyamıyorum. Öfkeye teslim edemem, bir köşeye koyamam, arkamda bırakamam. Çünkü o daha bir çocuk. Kendimi bu kadar çaresiz hissettiğim çok anım olmadı... Yani çaresizlik gibi de değil de. Kalp kırıklığı, inanç yitimi, kayıplık... Beynimde bu anın görseli nedense bir fanusun kırılışına tekabül ediyor. Nedenini bilmiyorum.
Düşünüyorum. Bu çocuk uyuyordu kaç gündür... Demek ki bir umutmuş gerçekten.
İnsan hayalinin kırılacağını bilse, hayal kırıklığı bu derece güçlü bir duygu olmazmış demek ki...
O kadar güzel anlatmışsın ki...Yan yana koyamadığım kelimeleri o kadar güzel koymuşsun ki....Hislerimi o kadar güzel dökmüşsün ki yazıya, dökemedim ben... ;(((
YanıtlaSilBirlikte tasiyalim. Yukumuz cok agir.
YanıtlaSil