8 Kasım 2012 Perşembe
yaralı japon styla
Siz bu videoya anlam vermeye çalışadurun ben çok yakında gelcem. Benim anladığım Japon'dan gelin alınmaz. Bir gece vakti bütün ailenin boğazını keser. Kuyudan çıkar o gelin. Oy gelin Japon gelin vah gelin Japon gelin.
Japon'un anlam ve önemini hatırlatan İrem Erman'a teşekkürü burç bilirim.
4 Ekim 2012 Perşembe
tezkere hakkında ne düşünüyorsunuz?
Farz edelim, bu sabah bir kalktık ki Suriye'yle savaşa girmişiz. Bizim nokta atışlarımıza bir daha karşılık verilmiş. Amerika arkanızdayız(!) yürüyün demiş. Buna karşılık Irak ve İran Suriye'nin yanında yer almış. Türk askeri sınır ötesi operasyona başlamış.
Hayatımızda ne değişirdi? Çok yakan Audi'sine tüp taktıranlar yüzünden tüpçülerin hayatı belki.
Çünkü bir tweetimde de anlattığım üzere eğer bir Ortadoğu ülkesi vatandaşıysan akşam evinde televizyon karşısında göbek deliğindeki pamukçukları temizlerken ya da parmaklarınla ayak parmak aralarını ovalarken aniden savaş çıkabilir. Ve sen bunu 'Hülya Avşar Ebru Gündeş'e ne dedi.' magazin haberini izlediğin rahatlıkta ve merakta -hatta daha az merak içerisinde bile olabilir- izlersin. Dişlerini cırtlatır 'Yaa bu Süriyeli amklarımda kaşınıyorlar haa' ya da 'ammaaan yine ne oyunlar dönüyor kim bilir' dersin. Savaş, terör, eylem ve hatta deprem 'dönen oyunlar'dır çünkü bizim için. En fazla da benzine ne kadar zam gelir diye 3 saniye kadar endişelenirsin. 'Takarım tüpü yaaa' diyerek de kendini anında rahatlatırsın. Sonrasında uykuya dalarken 'ayy Hürrem Mahidevran'a ne cevap verdi haa, kadının dibi. Ben ateşin ta kendisiyim. Bunu bir yerde kullanmalıyım' düşünceleri arasında REM'e geçişini yaparsın. Sigmund Freud gelse endişeye karşılık gelecek herhangi bir görüntü de bulamaz rüyanda.
Sonra sabah kalkar işerken savaşta noluyo lan acaba diye düşünüp televizyonu açarsın. İşte klasik haberleri duyarsın. Yok efendim o mayına basarak parçalandı. Burda 12 kiş öldü. Ateş şuraya düştü haberi alan anne bayıldı. Bir aslan miyav dedi minik fare kükredi, fareden korktu kedi, kedi pıırrr uçuverdi diyen Kayahan gibi hafif iç sıkıntısıyla dinlersin. Bugün ne giysem'e bağlayıp işine doğru yol alırsın.
He 'savaşmak çok köy yeaa' diyip tepki duyarsın tabii. İnsanlar ölür çünkü. Biraz komikli video izledikten sonra takvimine uyarsa sokağa çıkarsın. Tabi düğünlere çağırılan az buçuk brek dansı yapmayı bilen abiler gibi her konuda sokağa çıkan hazır kontenjan 10.000 kişi arasındaysan. Bu kontenjandan da konu hafif siyasete girdiği için ne yapacağını tam kestiremeyen 2.000'i gelmez. İşte takriben 8.000'i sokağa çıkar. Bu haberde hükümetin işine geliyorsa sürmanşetten girilir, işine gelmiyorsa görmemezlikten gelinir. E bir süre sonra savaş haberleri de sıkar. Bu ne kardeşim her gün savaş mı dinleyeceğiz diyip eğlencene bakarsın.
Her gün televizyondan izlediğin senin için sanallaşmış savaşlara alışıksındır çünkü. Eğer sıcak bölgeden uzakta bir şehirliysen götünde bomba patlayana kadar savaşın gerçekliğinin farkına varmazsın. He vardığın anda da Amerika gelsin kurtarsın lütfeaan amaa yaniii diye söylenip, beklersin. Eğer savaşın dibindeysen ve hala ölmediysen de hayatta kalmak için yağma, hırsızlık gibi yöntemlerle yaşamaya devam edersin. Zaten savaşa, ölüme ve yağmaya alışıksındır.
Sonra bu savaşa en çok dış mihraklar ve hurriyet.com sevinir. Anket yapmak için bundan güzel bir ortam daha olamaz çünkü. Misal;
Savaşta hangi yoldan ölmek istersiniz?
a) Havan topu
b)Beyinden giren kurşun
c)Kurşuna dizilme
d)Parça tesirli bomba
Altına da muhakkak 'CHP'liler b'yi seçmesin beyinleri yok çünkü' ya da 'başbakanımız nasıl uygun görürse ülkemiz için o şekilde ölürüz' tarzında yorumlar gelir.
İnanmayan yukarıdaki anketle başlayabilir. Daha iki üç gün önce aynı görseli koyup "Kaldıramayan taraf siz misiniz?" tarzında lifestyle haber yapan Hürriyet'in benim anketi de yapacağına Dudullu'daki arsa üzerine bahse girerim.
Bu ülkede dün gece yukarıdaki fotodaki gibi tezkere çıksın mı çıkmasın mı diye düşünen çifte de threesome teklif ediyorum. Gayet açık.
30 Eylül 2012 Pazar
ergene son davası
Her sene 3 kez kötü kelime şakası yapma hakkım var. Bu başlıkta ilkini kullandım. Kaldı iki.
En beğendiğim bölümler:
Gösteriverem ben sana sinirli yanımı.
Benim de eniştem polis ve teyzemin kocası eniştem
Eniştem benim astsubay
En beğendiğim bölümler:
Neskuik şirketiyle ortak çalışıyorum.
Vehbi'den özür diliceksin.
Abine Furkan'la çıktığını söylerim.
En beğendiğim bölümler:
Gösteriverem ben sana sinirli yanımı.
Benim de eniştem polis ve teyzemin kocası eniştem
Eniştem benim astsubay
En beğendiğim bölümler:
Neskuik şirketiyle ortak çalışıyorum.
Vehbi'den özür diliceksin.
Abine Furkan'la çıktığını söylerim.
25 Eylül 2012 Salı
nedir sizi buraya getiren şey?
İnsan hayatı üzerine bir kategorilendirme yaptım. Kategorilendirmeyi çok severim çünkü. Evde kitapları türlerine değil, renklerine göre dizerim bir de. Maviler mavilerle, siyahlar siyahlarla veee beyazlar beyazlarlaaa... Bu küçük sırrımız aramızda kalsın, sonra sizi arka bahçeye gömmek zorunda kalmiim.
Neyse, kategorime göre şöyle bir sonuç çıktı:
Hayatında 15-22 yaş arası dünyayı değiştirebileceğine inandığın,
22-29 yaş arası hayatını değiştirebileceğine inandığın,
Ve 30'dan sonrakiler ise tüm değiştiremediklerin karşısında kendini değiştirebileceğine inandığın yaşlar oluyor.
Yani anladığınız üzere 30'dan sonrasında bir boka sarma durumu söz konusu. E inançtan elinde kalan şey birşeyleri değiştirmenin hiç de kolay olmadığı olunca hafiften bir beyin ancuklaması yaşıyorsun, bir panikliyorsun tabi. Anlıyorsun ki değişime daha 20'li yaşlarında kendinden başlamalıymışsın, herşeyi en başından tersten yapmışsın. Geri de dönüş yok. Yaşlılığın göz kenarlarından sana el sallıyor.
Üstelik etrafındakiler de aynı durumda. Kimi kısa pullu şortlar giyerek, kimi tuttuğunu instagramlayarak, kimi kendini dağa taşa vurarak türlü deliliklerle bu durumdan kurtulmaya çalışıyor. Motosikletin kontrolünü kaybetmiş Bülent Serttaş gibiyiz. Dolayısıyla herkes aynı histeri krizinde olduğundan kimse kimseye yardım da edemiyor. Hayatta yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmeyen insanlarla birden alman hesabına dönmüş olmanın verdiği moral bozukluğu içten içe 'sen çok yedin az ödedin ama ben içki içmemiştim ki neden aynı parayı ödeyeyim' tilkiliğine döndüğünde ise bir sonraki sofra buluşmalarında herkese ayrı hesap açılıyor. Hatta ayrı masalardan birbirine kadeh kaldırır hale geliyorsun.
Sonra televizyonu açıyorsun kafan dağılsın diye. Artık standart gelen şehit haberlerini geçiyorsun. Sayı 10'dan azsa daha hızlı, fazlaysa üç kere "cık cık cık gitti yine gencecik çocuklar" iç çekmesiyle değiştiriyorsun kanalı. Bir diğerine bakıyorsun kocaman kelli felli adam yanaklarını ellerinin arasına almış "evrenden gelen iyi enerjiye açığım, o enerjiyi bekliyorum" diyor. Aaa deli, bunun çocuğu eşi yok mu diyip üzülüyorsun. Hadi bir umutla zap yapıyorsun bir sevişme sahnesine denk gelirim belki diye. Bir bakıyorsun aynı masada Pelin Batu ve Nihat Doğan ünlü olma kavramı üzerine konuşuyor. Pelin'deki entel naiflik sendromundan kaynaklanan titrek ses tonu, Nihat Doğan'ın cahil boğaz düğümlenmesi tınısıyla birleşiyor. Kafan dağılıyor. Ama odaya. Her bir beyin parçan duvarlardan yavaşça aşağıya akıyor.
Sonra için daralıyor, koşmak istiyorsun. Ve kendini o senelerdir içten içe yakıştıramadığın psikolog koltuğunda buluyorsun.
Evet Atgötten hanım nedir sizi buraya getiren şey?
Ağzından varoluşun derin problemleriyle ilgili öyle sözcükler çıkacak ki entellektüel buhranın kulaklarından fışkıracak derken o üç sihirli harften oluşan kelime yavaşça dökülüyor dudaklarından:
Don.
Evet don...
Yukarıda dramatize ederek gözünüzü boyamaya çalıştım. Ayyy kız dünya meselesinden delirmiş diyin istedim. Ama görünüşe göre tek sorun don yıkamakla alakalı. En azından şimdilik öyle görünüyor. İlk başta daha evrensel girdim ama sonunda kendimi donlardan bahsederken buldum. Donlarla ilgili derin problemlerimi anlattım. Her yerim don dedim. Bu donlar beni değiştirdi e tabi değiştirince fobik durumlar ortaya çıktı dedim. Sülalemin donlarını ortaya döktüm, renklerine kadar anlattım. Kızcağızın diplomasını aldığı güne lanet etmesini sağladım, beynini siktim. Zavallı dinledi, dinledi, dinledi bir yerinde kaykılmadı, esnemedi mübarek. Çok iyi bir insan. Herkese tavsiye ediyorum.
Bu hafta az daha entellektüel sorunlar yaşıyormuş gibi olsun diye aldığımız her kitabı ilk önce eşim okuyor sonra anca bana kalıyor gibi şeyler anlatmayı planlıyorum. Ama dönüp dolaşıp yine dona da gelebilirim bilmiyorum. Gerçi ilk gittiğimde 'Hanfendi dinledik gerizekalı çıktınız.' diyecekler diye çok korkuyordum. Neyse ki gerizekalı çıkmadım. Don problemini de çözeceğime inanıyorum. (He yukarıdaki kitap ayırma durumu psikolojik bir problem değil. Görsel zaka ve hafiza ile ilgili. Gerçekten.)
He yazmıyorum yazmıyorum durum bu yani. İnce ayar çektiriyorum. Bir de yazmak istiyorum ama yazamıyorum çünkü bilgisayarım bozuldu. Kendisini akşamları çekirdek yerken tepsi olarak kullanıyorum şu ara. Hatta o şekil bir laptop kapağı üzerine çalışıyorum. Laptopların üstünde bir tarafına çekirdek diğer tarafına çekirdek çöpü koyabileceğin boşluklar olsa teknoloji daha bir anlam kazanmaz mı sayın Zükenberg?
(Video benden size armağan. Mesela böyle Hulk olsam ağzına ağzına vursan Nihat'ın piskoloğa gerek kalmaz pırıl pırıl olurum.)
6 Eylül 2012 Perşembe
bir kedi yeter!
İnsan olabilmek için bir kedi yeter. O nereye koşarsa sen oraya koşsan, bu hayatta 6-7 Eylül olaylarında yapılmış yanlışı yapamazsın.
28 Ağustos 2012 Salı
prof.dr. atgotten'e saygılarımla!
Şu an da, şimdi, hemen indie süsü verilmiş bir Amerikan romantik komedisinde olsam yaşadığım o gösterişli daireden küçük bir apartman dairesine taşınıp üniversiteye geri dönerdim. 55 yaşıma kadar köşebaşını tutmuş hocamın çantasını taşır, kedi kumunu değiştirir, yaptığı kötü esprilere güler, makalelerini yazar, girmediği derslere girer tek bir bilimsel eser vermeden doçent olurdum. Ölmeye yakın prof. olup, altıma sıçtığım belli olmasın diye yerimden hiç kalkmayıp odama gelen öğrencileri azarlar gönderirdim. Havalı gözlüklerim dışında arkamda hiçbişe kalmazdı. Prof. Dr. Atgotten'in anısına diye yalaka bir öğrencimin kitabı bir de belki.
Sonra o küçük bohem daire Cihangir ya da Gümüşsuyu Nişantaşı'nda olacağından aldığım üç kuruşluk öğretim görevlisi maaşını oraya gömerdim. Dolayısıyla 1 haftalık yemek yemekten ve bayat çay içmekten dişlerimi ve tat alma duyumu kaybederdim. Evi kitapla doldurmak prof'luğun şanındandır tabi her gittiğimde sahaftan topladığım bir milyonluk kitaplardan kendime dağınık bir oda da yaratmam gerekliliğini sayarsak döpiyes alacak param kalmazdı. O yüzden modası geçmiş kıyafetler, ince pileli etekler, düz sivri burun kısa topuklu ayakkabılar giyer, beni daha da entellektüel gösterecek bir imaja sahip olurdum.
Atgötten bir teorim olurdu. Kazı alanında bulduğum taşları kafama göre dizer "Kalkolitik dönem yapılarında büyük sapma" başlıklı makalemle arkeolojide çığır açtığımı sanırdım. Uzun uzun uzaklara bakar, derin düşüncelere dalmış gibi yapar, aslında en son ne zaman kaka yaptığımı düşünürdüm.
Sonra bana en çok yalakalık yapıp kazı evinde kapı arkasında sevişenlerin isimlerini veren ispiyoncu öğrencimi 4-5 yıl kullanır, en yalaka olmayanı çalışkanı hocalık için önerirdim. Ama başından ayrılmaz, hayatını 55 yaşına gelip doçent olana kadar zindan ederdim. Doldurttuğum kedim Ozzy'nin hergün tozunu aldırır, yeni kedim II. Ozzy'nin kumunu temizletir, tırnaklarını kestirirdim. Çanak çömlek, kemik parçalarına bakmak için depodan indirtir, beş dakka sonra kaldırtırdım. 100 yaşına kadar da yaşardım bela gibi. Altımdaki doçentleri profluklarını göremeden tek tek gömerdim...
Bu aralar kendi kendime dedim ki, olmak istemediğim birşey mi oldum ki ben. Aslında şu mu olmak istiyordum... Daha doğrusu piskolog bir arkadaşım istediğin şeyleri çok zorlamamışsın, neden? dedi. Onun üstüne dedim acaba bu mu olmak istemişim.
Ama bu hikayede uzaklara bakıp ne zaman kaka yaptığımı düşündüğüm an dışında beni keyiflendiren birşey olmadı.
Bunu da olmak istememişim demek.
Yalnız başlığa bakarsan prof. olunca kendi kendime bile saygı duyuyorum. Çaktın, kafa gidik, fihuu!
16 Ağustos 2012 Perşembe
dikkat kaplan var!
Sayın ziyaretçiler,
Okuduğunu anlayamayan, anladığını yanlış anlamaya programlanan, başkasına yapılan espri kendine yapılınca alınganlık yapan, eleştiri, kara mizah, önüne gelene sallama gibi eylemlere tahammül gösteremeyen, götünden konuşana katlanamayan, ırkçı, faşist, seksist, homofobik, dar kafalı, bokundan nem kapan, küfürden hoşlanmayan, birinin mutlaka bir tarafta olmasının gerekliliğini düşünen, emeğe, fikre, düşünceye saygısı olmayan, eğlenceye çomak sokmaya bayılan, ergenlikten çıkamayan, ayna ayna ayna, kötü laf sahibinindir gibi çocukça tavırlarla laf sokmaktan öte eleştiri cümleleri kuramayan, ancak kendisinin çok zeki olduğunu sanacak kadar zekaya sahip, ağzını şıpırtadan, sesli nefes alan, muhabbetin en güzel noktasına turrup sıkan, dalga geçmek ve eleştirmek konusunda sınırları olan, aaa çok ileri gitmiş ama'cı olan, göt, meme demeye korkan ve denilmesinden içten içe rahatsız olan, sınırlarımı çizmeye çalışan, karşıt fikrini insan evladı gibi değil de başbakanın oğlu gibi söyleyenlerin transit biçimde internetteki başka mecralara akması rica olunur.
Blog sahibi sinir hastasıdır, raporludur.
Beynimin içine misafirliğe gelip, şak diye sigaranı yakıp külü halıya silkeyemezsin, çayını da şıpırdatarak içemezsin. Kül tablası istersin. Kaplanlara atarım. Kedilerime yediririm.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)